..........Emperyalist Boyunduruk ve AB'ye Giriş
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

2002 Nisan'ından günümüze, emperyalist küreselleşme sürecinin işbirlikçi kapitalist düzen koşullarında engellenemez bir eğilimi olarak emperyalizme bağımlılık derinleşti. Bu durum aynı yönde gelişmeye devam edecektir.
Faşist diktatörlük bölgede ve dünyada ABD politikalarının yanında saf tuttu. Bu doğrultuda Afganistan ve Irak işgallerini destekledi. Lojistik hizmette kusur etmedi. Afganistan ve Lübnan'a asker gönderdi. İsrail'in en iyi dostlarından biri oldu. Siyonist devletle siyasi, ekonomik ve askeri ilişkilerini güçlü tuttu. Bölgede onun elçisi gibi çalıştı. AKP hükümetinin İsrail'e karşı göz boyamanın ötesine geçmeyen kimi çıkışları tam bir iki yüzlülük örneğidir. Gerçekte ilişkilerde bir sınırlandırma söz konusu değildir.Türk burjuva devletinin ve egemen sınıflarının, Türk ve İslam halklarını aldatmaya, komşu ülkelerle ilişkileri daha fazla geliştirme ve bölgede daha aktif bir rol oynama çabalarını göstermektedir.
Diktatörlüğün, ABD'nin stratejik işbirlikçisi konumundan "Türkî cumhuriyetler" başta olmak üzere Kafkaslar ve Asya'da pazar ve enerji imkanlarından pay kapma, hatta siyasi nüfus alanları elde etme umutları, Rusya'nın mali, ekonomik güçlenişine paralel olarak ve Gürcistan örneğinde görüldüğü üzere askeri güce başvurarak, bölgede yeniden hegemonya kurmaya yoğunlaşmasıyla tarumar oldu. Rusya bir aşamadan sonra, Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerinde ve Dağlıkkarabağ sorununda inisiyatif alarak faşist diktatörlüğün manevra imkanlarını dada da sınırladı. Şayet geride kalan yıllar Rusya'yla gelişen ekonomik ve ticari ilişkileri bir yana, işbirlikçi burjuvazinin ve devletin Avrasya hayallerinin çöküş yıllarıdır dense abartma olmaz. Emperyalist küreselleşme politikaları, iktisadi-mali açıdan ordunun ayrıcalıklarının sürdürülmesini zorlaştırdığı gibi, ABD'ci eksenin korunmasını ve geliştirilmesini de daha fazla zorunlu kılmıştır. ABD'nin desteklediği AB'ye giriş sürecinin gelişmesi, ordunun politik etkinlik alanını zayıflatacaktır. Bütün bunlar, generaller partisi içinde ve genel olarak önde gelen generallerin bir bölümünde, emperyalistler arası ilişkilerden yararlanma temelinde Rusya-Çin merkezli Avrasya imkanının değerlendirilmesi, ABD ve NATO'yla ilişkilere bu temelde yeni bir boyut kazandırılması eğilimini güçlendirse de, Ergenokon süreciyle bu eğilimin önü kesildi.
AB'ye giriş sorunu, geride kalan yıllarda diktatörlüğün uluslararası ilişkilerinde önemli bir yer tuttu. Sermaye oligarşisi için kaçınılmaz bir gereklilik olan bu yönelimin ABD tarafından da teşvik edildiği biliniyor. Konu, egemen sınıflar için iktisadi zorunluluklar kadar, işçi sınıfı ve ezilenler üzerinde kurulacak yeni ideolojik-politik hegemonya için de hayati bir önem taşıyor. Kısaca ifadelendirirsek, AB üyeliği sürecinde tedricen, fakat giderek hızlanacak bir tempoda, siyasal rejimin "demokratikleşme" temelinde dönüşüme uğratılacağı, buna hukukilik kazandıracak yeni bir anayasa ve bağlı yasalar yapılacağı, ulusal inkar ve faşizmden kaynaklı meselelerin bu yoldan aşılacağı, işsizlik ve yoksulluğa AB üyeliğiyle çözüm bulunacağı propaganda edildi. Hükümet doğrudan görüşmeler başlattı ve 2010'da AB üyeliği vaat etti. Ne var ki, faşist MGK diktatörlüğünün yönetici gücü generaller partisi, ordunun rejim içindeki konularda AB'ye girişe rezervler koydu. Sermaye oligarşisinin ve ABD'nin desteğiyle sürece hızlı başlayan AKP ve "değişim" bloğunun başındaki TÜSİAD, geleneksel korkaklığıyla cepheden bir mücadeleyi göze alamadığı için, son üç yıldır kaplumbağa adımlarıyla ilerleme çizgisine döndü. AB üyeliği vaadi 2016-2017'lere havale edildi. Bunların sonucunda, halklarımız üzerinde 2003-2005 döneminde kurulan ideolojik-politik etki zayıfladı. Sürecin hararetli destekleyicilerinden Kürt ulusal demokratik hareketinin "AB'nin bireysel kültürel haklar çerçevesi taleplerimizi karşılamaz'' tavrına gelmesi ve AHİM'in türbanla ilgili kararından sonra politik İslamcı kitlede doğan derin hayal kırıklığı, bunun iki çarpıcı örneğini oluşturdu. Genel olarak işçi sınıfı, yoksullar ve ezilenler bakımından ise ekonomik, sosyal, politik talepleri için umudunu AB üyeliğine bağlama, sabırla onu bekleme ruh hali yerini düş kırıklığına, öfkeye, arayışa bıraktı.
Sermaye oligarşisinin AB'den vazgeçmesi düşünülemez. ABD'nin desteği de sürüyor. Rum kimliği taşıyan Kıbrıs gemi ve uçaklarına havaalanlarının ve limanlarının açılacağını taahhüt eden Ankara protokolünün uygulanamaması veya yeni anayasa girişimlerinin boğulması örneklerinde görüldüğü gibi, sürecin gelişimini en fazla frenleyen güç, faşist generaller partisidir. Bu durum, AB'ye giriş sorunu etrafında "değişim" ve "MGSB" blokları arasında önlenemez yeni mücadeleleri koşulluyor. Şüphesiz generaller partisinin durumu daha umutsuzdur. Ancak sürecin sancılı gelişiminin önümüzdeki yıllara damgasını vurması beklenmelidir.