Devrime Gecikmenin Sorumlusuyum
Share on Facebook Share on Twitter

 
Diğer yazılar
 

Aralık 2019 / Partinin Sesi / Sayı: 99

 "Devrimcinin görevi devrim yapmaktır" demişti, Küba devriminin ölümsüz komutanı Ernesto Che Guevara. Devrimci, devrim mücadelesine girerken, ilk başta kendi benliğinde, kişiliğinde ve karakterinde bir devrim yaparak başlar mücadelesine. Yani kendini, eskiyi ve eskiye ait ne varsa yıkarak, yeniden kurar. Yeni insan değişmenin ve değiştirmenin öznesi ve öncüsüdür dercesine, bu kurma süreci süreklilik göstererek devam eder.
Devrimci birey, eğer hedefi devrim yapmaksa, kendinde yaptığı devrimle beraber, idealleri peşinde koştuğu devrimi de yapmak için, sürekli bu yıkmanın ve kurmanın -yani, yapıcı olmanın- düzeyini sorgulamak zorunda. Bu soruları sorarken, elbette karşısına yeni sorular çıkacaktır. Devrimci, devrimin ihtiyaçlarına ne kadar hakim? Ve bunu yaparken görevlerinin ne kadar bilincinde?
Çok çıkmasa da karşısına, daha doğrusu önüne çekmese de, devrimci kadronun bu soruları, değişen dünya düzeyinde sürekli kendisine sorması gerekmektedir. Devrimin ihtiyaçları vardır ve bu ihtiyaçları burjuvazi bize bahşetmez, bunlar yukarıdan da yağmaz, kendiliğinden bir anda ortaya çıkmaz. Böyle olmadığı içindir ki, ihtiyaçları karşılamakta zorlanırız, yakmak istediğimiz devrim ateşine odun taşımakta güçlük çekeriz. Ama nedense, sanki bizim görevimiz değilmiş gibi, ihtiyaçların karşılanmasını sürekli bir yerlerden bekleriz.
Olanak örgütlemek için kitle örgütlememiz gerektiğini biliriz, ama kitlemizin arasında yeni çıkacak olanaklara göz atmayız. Bir insanı sadece bağış katksında bulunan ve yayın okuru olarak görürüz, ilişkimiz bu sınırlılıkla süregider. Çevresinde kim var, aile yapısı nasıl, kulağına ne tür bilgiler çalınır, nerede çalışır, bunları deşmeyiz. Özellikle devrimci bir durumun yaşandığı, emekçilerde ve ezilenlerde hoşnutsuzluğun alabildiğine boy verdiği, çelişkilerin muazzam derinleştiği, yani kitlelerin bağrında sayısız potansiyel olanağın biriktiği böylesi bir dönemde, hala olanak yoksunluğunu tartışmamız, oturup üzerine tekrar tekrar düşünmemiz gereken bir sorunsaldır.
Mesela politik askeri cephemizden büyük beklentilerimiz vardır. Aynı zamanda, bu cephedeki yoldaşların gerçek koşullarından ve olanaklarından uzak tartışmalar yürütürüz. Ama politik askeri çalışmalarla, koşulları ve olanakları onların lehine çevirecek şekilde ilişkilenip ilişkilenmediğimizi kendimize hiç sormayız.
Nedir bunlar? Herkesin biliyoruz dediği şeylerdir aslında. Mesela her kitle örgütü çalışanı bir istihbaratçı mıdır? Elbette öyledir. Halk kitleleriyle iç içe olan, düşmanı en net izleyebilen ve onunla sık sık karşı karşıya gelen, kimin çeteci, kimin askeri malzeme tüccarı olduğunu duyan, kurşunun kaç para olduğunun bazen kahkahalı şakasını yapan bizleriz. Peki, bunları partiye ne kadar taşıyoruz?
En basitinden, bir kitle eylemine saldırmaya gelen faşist polis güçlerinin hangi güzergahı kullandığını ya da düşmanın nerelerde sabit kontrol noktaları kurduğunu neredeyse her gün görürüz, ama görür ve geçeriz, bu somut bilgileri raporlaştırmayı düşünmeyiz. Proleter devrimciler olduğumuzu söyleriz, fakat sınıf düşmanı politikalar izleyen sermaye tekellerinin ismini cismini deşmeyiz. Çağ teknoloji çağıdır deriz, sosyal medyada sürekli gündemde olan çocuk istismarcısı politik islamcı "şeyhleri" ve kurumları araştırmayı dert etmeyiz. Kimin askeri araçların üreticisi olduğu ve bunları kaça sattığı bir kahvede veya bir ev ziyaretinde sohbet konusu olur, biz duyarız ve ama bir kulaktan girip diğer kulaktan çıkar misali hareket ederiz. Bazen öyle durumlar olur ki, politik gündemde önemli bir yer tutan kadına yönelik şiddetin bir örneği, bir tecavüz olayı, çalıştığımız veya yakınında yaşadığımız bir semtte gerçekleşir, haberdar oluruz ve öfkeleniriz, fakat tecavüzcü erkeğin nerede oturduğunu, ne iş yaptığını, kimlerle görüştüğünü soruşturmayı akıl etmez, olayla kadın devrimi bakış açısından ilişkilenmez, bundan dolayı da bilgiyi partiye taşımayız. Sonra da, kitlelerin can suyu gibi ihtiyaç duydukları ve bekledikleri adaletle ilgili olarak, "kafe ortamlarımız"da, "Ah, parti bir şey yapsa" sözleri çınlar!
Oysa sen partinin gözüsün, kulağısın, parti sendeki bilgidir, senden gelecek bilgiyle kitlelerin umudunu yeşertecek eylemdir. Sen yoksan, bilgi yoksa, "parti de eylem de yoktur". Kitleler, parti nerede sorusunu sorabilir, ondan adalet talep edebilir, ama komünist bir devrim kadrosu böyle dışsal bir beklenti içine giremez. O, beklemek yerine, ne yapabilirim de partimin politik askeri savaş cephesinin etkin vuruşları için gereken olanakları ve bilgileri toparlarım diye harekete geçer.
Devrim mücadelemizin örgütsel cepheleri ayrı ayrı olsa da, partili her komünistin kendini konumlandırışı bir nevi gerilla tarzı bakışı gerektirir. Enrique Lister, İspanya'daki gerilla savaşı deneyimlerden yola çıkarak, gerillalar için şöyle diyor: Gerilla örgütleme işinde, halkın sevgisini kazanmayı, halkın desteğini kazanmakla bir tutma yanılgısına düşmemek gerekir; bunlar ayrı ayrı şeylerdir, çünkü İspanya'da gerillacılar, kendilerine kahraman gözüyle bakan halkın sevgisini kazanmışlardı. Fakat sevgi bundan öteye geçmiyordu. Bu sevgi, hiçbir zaman, gerilla eylemleri için bir çeşit dayanak teşkil eden ve gerillacıların başlıca desteği olan bir yaygın ve cömert kitle işbirliği haline dönüşmedi. Bu sözler silah elde savaşan gerilla için söyleniyor, fakat biz bunu kitle örgütçüsü açısından da düşünebiliriz. Halk içindeki kitle örgütçüsü, aynı zamanda, gerilla ile halkın bağını kuran bir köprü olduğunu bilmelidir. Yani o, kendi çalışamasını örgütlerken, gerillayı da örgütler. Kendi pratiğini kitle ile gerilla arasında sağlam bir köprü olarak gerçekleştirmezse, veri akışı asla mümkün olmaz. İşlenebilir bilgiler, istihbari olanaklar kitlelerin içinde potansiyel olarak vardır. Kitlelerin özgürlük umudu, kitlelerden edinilecek bu bilgi ve olanaklarla büyütülecektir.
Devrimci militan, gözünü kulağını sınırsızca açık tutarsa, politik mücadelenin, yani devrimci çalışmanın ihtiyaçlarına dar bir pencereden değil, parti toplamından bakarsa, savaşımımızda sarsıcı başarıların önünü kimse alamaz. Bunu yapmamak, devrime gecikmek demektir. Devrimin zaferi, ancak ve ancak, her komünistin devrimin tüm ihtiyaçlarını karşılamayı dert etmesiyle mümkündür.


Volga Çınar

 

 

Arşiv

 

2019
Aralık Kasım
Temmuz Mayıs
2018
Ekim Ocak
2017
Kasım Ağustos
Mayıs Şubat
2016
Eylül Temmuz

 

Devrime Gecikmenin Sorumlusuyum
fc Share on Twitter

 

Aralık 2019 / Partinin Sesi / Sayı: 99

 "Devrimcinin görevi devrim yapmaktır" demişti, Küba devriminin ölümsüz komutanı Ernesto Che Guevara. Devrimci, devrim mücadelesine girerken, ilk başta kendi benliğinde, kişiliğinde ve karakterinde bir devrim yaparak başlar mücadelesine. Yani kendini, eskiyi ve eskiye ait ne varsa yıkarak, yeniden kurar. Yeni insan değişmenin ve değiştirmenin öznesi ve öncüsüdür dercesine, bu kurma süreci süreklilik göstererek devam eder.
Devrimci birey, eğer hedefi devrim yapmaksa, kendinde yaptığı devrimle beraber, idealleri peşinde koştuğu devrimi de yapmak için, sürekli bu yıkmanın ve kurmanın -yani, yapıcı olmanın- düzeyini sorgulamak zorunda. Bu soruları sorarken, elbette karşısına yeni sorular çıkacaktır. Devrimci, devrimin ihtiyaçlarına ne kadar hakim? Ve bunu yaparken görevlerinin ne kadar bilincinde?
Çok çıkmasa da karşısına, daha doğrusu önüne çekmese de, devrimci kadronun bu soruları, değişen dünya düzeyinde sürekli kendisine sorması gerekmektedir. Devrimin ihtiyaçları vardır ve bu ihtiyaçları burjuvazi bize bahşetmez, bunlar yukarıdan da yağmaz, kendiliğinden bir anda ortaya çıkmaz. Böyle olmadığı içindir ki, ihtiyaçları karşılamakta zorlanırız, yakmak istediğimiz devrim ateşine odun taşımakta güçlük çekeriz. Ama nedense, sanki bizim görevimiz değilmiş gibi, ihtiyaçların karşılanmasını sürekli bir yerlerden bekleriz.
Olanak örgütlemek için kitle örgütlememiz gerektiğini biliriz, ama kitlemizin arasında yeni çıkacak olanaklara göz atmayız. Bir insanı sadece bağış katksında bulunan ve yayın okuru olarak görürüz, ilişkimiz bu sınırlılıkla süregider. Çevresinde kim var, aile yapısı nasıl, kulağına ne tür bilgiler çalınır, nerede çalışır, bunları deşmeyiz. Özellikle devrimci bir durumun yaşandığı, emekçilerde ve ezilenlerde hoşnutsuzluğun alabildiğine boy verdiği, çelişkilerin muazzam derinleştiği, yani kitlelerin bağrında sayısız potansiyel olanağın biriktiği böylesi bir dönemde, hala olanak yoksunluğunu tartışmamız, oturup üzerine tekrar tekrar düşünmemiz gereken bir sorunsaldır.
Mesela politik askeri cephemizden büyük beklentilerimiz vardır. Aynı zamanda, bu cephedeki yoldaşların gerçek koşullarından ve olanaklarından uzak tartışmalar yürütürüz. Ama politik askeri çalışmalarla, koşulları ve olanakları onların lehine çevirecek şekilde ilişkilenip ilişkilenmediğimizi kendimize hiç sormayız.
Nedir bunlar? Herkesin biliyoruz dediği şeylerdir aslında. Mesela her kitle örgütü çalışanı bir istihbaratçı mıdır? Elbette öyledir. Halk kitleleriyle iç içe olan, düşmanı en net izleyebilen ve onunla sık sık karşı karşıya gelen, kimin çeteci, kimin askeri malzeme tüccarı olduğunu duyan, kurşunun kaç para olduğunun bazen kahkahalı şakasını yapan bizleriz. Peki, bunları partiye ne kadar taşıyoruz?
En basitinden, bir kitle eylemine saldırmaya gelen faşist polis güçlerinin hangi güzergahı kullandığını ya da düşmanın nerelerde sabit kontrol noktaları kurduğunu neredeyse her gün görürüz, ama görür ve geçeriz, bu somut bilgileri raporlaştırmayı düşünmeyiz. Proleter devrimciler olduğumuzu söyleriz, fakat sınıf düşmanı politikalar izleyen sermaye tekellerinin ismini cismini deşmeyiz. Çağ teknoloji çağıdır deriz, sosyal medyada sürekli gündemde olan çocuk istismarcısı politik islamcı "şeyhleri" ve kurumları araştırmayı dert etmeyiz. Kimin askeri araçların üreticisi olduğu ve bunları kaça sattığı bir kahvede veya bir ev ziyaretinde sohbet konusu olur, biz duyarız ve ama bir kulaktan girip diğer kulaktan çıkar misali hareket ederiz. Bazen öyle durumlar olur ki, politik gündemde önemli bir yer tutan kadına yönelik şiddetin bir örneği, bir tecavüz olayı, çalıştığımız veya yakınında yaşadığımız bir semtte gerçekleşir, haberdar oluruz ve öfkeleniriz, fakat tecavüzcü erkeğin nerede oturduğunu, ne iş yaptığını, kimlerle görüştüğünü soruşturmayı akıl etmez, olayla kadın devrimi bakış açısından ilişkilenmez, bundan dolayı da bilgiyi partiye taşımayız. Sonra da, kitlelerin can suyu gibi ihtiyaç duydukları ve bekledikleri adaletle ilgili olarak, "kafe ortamlarımız"da, "Ah, parti bir şey yapsa" sözleri çınlar!
Oysa sen partinin gözüsün, kulağısın, parti sendeki bilgidir, senden gelecek bilgiyle kitlelerin umudunu yeşertecek eylemdir. Sen yoksan, bilgi yoksa, "parti de eylem de yoktur". Kitleler, parti nerede sorusunu sorabilir, ondan adalet talep edebilir, ama komünist bir devrim kadrosu böyle dışsal bir beklenti içine giremez. O, beklemek yerine, ne yapabilirim de partimin politik askeri savaş cephesinin etkin vuruşları için gereken olanakları ve bilgileri toparlarım diye harekete geçer.
Devrim mücadelemizin örgütsel cepheleri ayrı ayrı olsa da, partili her komünistin kendini konumlandırışı bir nevi gerilla tarzı bakışı gerektirir. Enrique Lister, İspanya'daki gerilla savaşı deneyimlerden yola çıkarak, gerillalar için şöyle diyor: Gerilla örgütleme işinde, halkın sevgisini kazanmayı, halkın desteğini kazanmakla bir tutma yanılgısına düşmemek gerekir; bunlar ayrı ayrı şeylerdir, çünkü İspanya'da gerillacılar, kendilerine kahraman gözüyle bakan halkın sevgisini kazanmışlardı. Fakat sevgi bundan öteye geçmiyordu. Bu sevgi, hiçbir zaman, gerilla eylemleri için bir çeşit dayanak teşkil eden ve gerillacıların başlıca desteği olan bir yaygın ve cömert kitle işbirliği haline dönüşmedi. Bu sözler silah elde savaşan gerilla için söyleniyor, fakat biz bunu kitle örgütçüsü açısından da düşünebiliriz. Halk içindeki kitle örgütçüsü, aynı zamanda, gerilla ile halkın bağını kuran bir köprü olduğunu bilmelidir. Yani o, kendi çalışamasını örgütlerken, gerillayı da örgütler. Kendi pratiğini kitle ile gerilla arasında sağlam bir köprü olarak gerçekleştirmezse, veri akışı asla mümkün olmaz. İşlenebilir bilgiler, istihbari olanaklar kitlelerin içinde potansiyel olarak vardır. Kitlelerin özgürlük umudu, kitlelerden edinilecek bu bilgi ve olanaklarla büyütülecektir.
Devrimci militan, gözünü kulağını sınırsızca açık tutarsa, politik mücadelenin, yani devrimci çalışmanın ihtiyaçlarına dar bir pencereden değil, parti toplamından bakarsa, savaşımımızda sarsıcı başarıların önünü kimse alamaz. Bunu yapmamak, devrime gecikmek demektir. Devrimin zaferi, ancak ve ancak, her komünistin devrimin tüm ihtiyaçlarını karşılamayı dert etmesiyle mümkündür.


Volga Çınar