Çıtayı Yükseltmek ve Kadrolar
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Kürdistan parti çalışmamız, sancılı da olsa, gözle görülür, somut bir yenilenme ve gelişme seyri izliyor. "Dışarıdan" bakıldığında, dinamik, canlı ve gelişmekte olan bir çalışmanın işaretleri görülüyor. Bazı sorunlar artık "dün"de kalmış, faaliyet ve onun yürütücüleri, yüzlerini geleceğe dönmüş bulunuyor. Parti, Kuzey Kürdistan'da giderek daha belirginleşen bir kuvvet olarak kök salmaya, var olmaya çalışıyor. En azından "dışarıya" yansıyan hava bu. Şimdi bu kanıyı güçlendiren bir veri daha var. Geçtiğimiz günlerde halklarımıza müjdelenen Kürdistan I. Konferansı!

Kendi mantığı içinde -yer yer sancılı olsa da- tutarlı bir gelişim seyri izleyen parti faaliyeti böylesi bir adımla tamamlanarak, yeni bir sıçrama düzeyine gelmiş bulunuyor. Dışarıdan bakıldığında bile anlaşılacak kadar net bir sıçrama gerilimi böylesi bir Konferans'la, yolunu bulmuş, kuvvetlerimiz ne yapacağı noktasında belirli bir bilinç ve görüş açıklığına ulaşmıştır. Konferans, parti güçlerimizin önüne somut bir sıçrama görevi koymuştur. Kuşkusuz böylesi bir sıçrama hamlesinin temel öznesinin kadrolar olduğu açıktır.

Konferans'ın da gündeminde olduğu kuşku götürmez bir konu olarak, kadrolar ve gelişimimizdeki rolleri, bu somut görev karşısında bir kez daha sınanacaktır. Konferansın bu temeldeki belirlemeleri kuşkusuz ki, yolumuzu aydınlatacaktır.

Daha İleri Hedefler ve Amaçlar

"Dışarıdan bakmak", çalışmanın, örgütün ya da bireyin, gerçeğini görmesine, onunla yüzleşmesine olanak sağlayan bir yöntemdir. Dışarıdan bakmaktan kast edilen, başka bir gözle, elbette devrim ve sosyalizm zemininde, kendine bakabilmek, eylemini, gelişimini ve faaliyetini değerlendirmektir. Keza çalışmaya ya da bireye ilişkin, başkaca insanların değerlendirmelerini, eleştiri ve gözlemlerini dinlemek-öğrenmektir. Böylece, özeleştirel çözümlemelerde objektif olmanın zemini yaratılmış olur.

Özellikle son yıllarda, Kürdistan parti çalışması açısından ortaya konan iradi tavır ve bunun bir sonucu olarak yaşanan politik canlanma pratiği, dostun da düşmanın da gözleri önünde cereyan ediyor ve ilgilerine mazhar oluyor. Dostlar da, düşmanlar da, partimizi toplantılarına konu ediyor, değerlendirmeler yapıyorlar, çeşitli vesilelerle. Sır değil. Biz işimize bakıyoruz. İşimiz kolay değil biliyoruz. Zaten kolay olacağını gösteren hiçbir deney de yok şimdiye kadar tanık olduğumuz.

3. Kongre sonrası süreçte, partinin genelde yakaladığı tempoyu biraz geriden de olsa takip ederek geldik bu günlere. Bu bakımdan mütevazı ama gelecek vaat eden adımlar atılıyor, iradeye, emeğe ve özveriye dayalı çalışmalar örgütleniyor. Gerek Kürdistanileşme perspektifli kimi araçların yaratılması, gerekse de, bu temelde yurtsever halk kitleleriyle ulusal özgürlük ve sosyalizm perspektifiyle ilişkilenme çabası, doğal olarak karşılıklı bir etkileşim yaratıyor ve parti bilinen şeritten, içlere doğru usul usul kök salıyor. Kuşkusuz dış etkenlerden bağımsız, içsel bakımdan da, kolay ve sancısız olmuyor bu. Tersine, her yeni başlangıçta ya da her kopuş pratiğinde olduğu gibi, geride kalan sürecin, alışkanlıkların, statükoların ve de sınırlılıkların baskısını duyumsuyor, gerilimini üzerinde taşıyor. Yapıcılarının tümünün bir biçimde yaşadığı bu "gerilimli" sürecin kendi doğal sonucuna ulaşması, kuşkusuz ki çalışmalarımızın bundan sonraki yönelimiyle doğrudan ilgilidir. Çünkü her "yeni" biraz da tereddütle başlar aynı zamanda. Neyse ki, bizim için yürünecek -yol kısmen çiğnenmemiş olsa da- yön belli! Konferansın gösterdiği gerçek tam da bu.

Çıtayı Yükseltmek

Parti faaliyetinin 3. Kongre sonrasındaki genel sürecine bakıldığında, gelişmenin Kürdistan çalışması açısından eşitsiz ve sıçramalı olduğu görülecektir. Politika yapış tarzından, örgütlenme anlayışlarına, kitlelere hücum bilincinden, kadrolaşma çalışmalarına kadar Kürdistan Örgütümüz, bazı zikzakların ardından, 3. kongrenin belirlediği perspektifleri ete kemiğe büründürmeye çalıştı. Partinin genelde sağladığı enerji ve devrimci irade ülkemiz çalışmasına da yansıdı. Sınırlı güç ve olanaklara rağmen, parti Kürdistan'da giderek "içerden" bir kuvvet haline gelmeye başladı. Her bir yoldaşın yoğun emeği ve katkısıyla gelişen ve I. Konferans'la birlikte, bir dönemi geride kalan sürecin pratiğinde, bu bakımdan ortaya çıkan tablo, hem umut verici hem de "kamçılayıcı."

Umut verici, çünkü parti saflarında, kendine ve partisine güvenen, onun ne yapmak istediğini anlamaya çalışan, ona bu bakımdan katkı sunan bir dizi genç savaşçı ve kadro var. Bu kadro ve taraftarların yoğun emeğiyle ilişkilendiğimiz yurtsever halkımız, çabalarımızı karşılıksız bırakmıyor, onlara güven verdiğimiz ölçüde, parti çalışmasını sahipleniyor. Saflara liselerden, üniversitelerden, atölyelerden, mahalle ve köylerden yeni katılımlar oluyor. Parti usul usul, adım adım saflarına katılan genç kadın ve erkeklerle büyüyor. Alanlarda kalıcılık, faaliyette süreklilik ve yeni bir dizi alana açılma işte böylesi bir sürecin ürünü olarak ortaya çıkıyor. "İçeriden" bakınca yeterince görülemeyen belki de anlaşılamayan bu gelişme elbette ki mütevazı bir biçimde oluyor. Konferans'ın sağladığı bütünlüklü bakış olanağıyla ele alınan çalışmaların bize söylediği tam olarak bu.

"Kamçılayıcı", çünkü ortaya konulan bunca emeğe ve çabaya rağmen, daha fazlasını yapmak zorunda olduğumuz gerçeği her gün yeniden yeniden karşımıza çıkıyor. Ülkemiz dağlarında sömürgeci ordu kol geziyor. Yurtsever halkımız, kendisine giydirilmeye çalışılan "bıkmış, yenilip teslim olmuş halk" kimliğini kabul etmiyor. Son olarak Şemdinli, Yüksekova ve Hakkari'de de görüldüğü gibi serhildanlarla, militan sokak gösterileri ile "umut kırma konsepti"nin sömürgeci ve karanlık zincirlerini parçalıyor. Dağları kuşatan binlerce askere, her türlü teknik olanağa ve bunlarla yapılan saldırıya rağmen, gerilla eylemleri artarak devam ediyor. Halkımız, bütün engelleme ve çarpıtma girişimlerine, karalamalara ve ulusal hareketin içerisinde bulunduğu reformcu çizgiye rağmen, yüzünü sömürgeci düzene, onun inkâr ve imha siyasetine dönmüyor. Tersine her fırsatta onun kanlı, kirli yüzünü teşhir ediyor. Özgürlük isteğini ve bu konudaki ısrarını herkese "dayatıyor". Reformcu, uzlaşmacı çizgi, halkımız saflarında belirli bir etki yaratsa da, sürece tümüyle yön veremiyor. Sömürgeci politikalar, faşist saldırılar ve kontrgerilla uygulamaları herkesi kendisine göre pozisyon almaya zorluyor. Sömürgecilik, teslimiyet ve uzlaşma siyasetini böylesi süreçlerde daha bir kararlı olarak gündemleştirmeye çalışsa da başarılı olamıyor. Reformcu stratejisine bağlı olarak, uzlaşma zemini arayan ulusal güçler ise bu amaçlarına bir türlü ulaşamıyor, sömürgecilik, katı ve inkarcı çizgisinde ısrar ediyor.

Gelişmeler her bakımdan sömürgecilikten esaslı bir kopuşu dayatsa da, mevcut güç ilişkileri ve politikalar zemininde bu olanaklı olmuyor. Nesnellikte giderek daha somut hale gelen bu durum, siyasette yeterince karşılığını bulamıyor. Bu koşullarda kuşkusuz ki sosyalist yurtseverlere her bakımdan çok iş düşüyor. Ne var ki, sosyalist yurtseverler de, mevcut süreci tersine çevirecek, onu yeni bir doğrultuda kanalize edecek kadar güçlü ve etkili değiller. Bu, -bugün ve şimdilik!- "kamçılayıcı" gerçekliğimizdir bizim. Ama asla kader, ya da, teslim olacağımız bir durum değildir. Değiştirmek boynumuzun borcudur.

Devrimi Hissedebilmek

Özel olarak, partimizin ülkemiz zeminindeki son üç yıllık sürecine ve pratiğine baktığımızda, yürümemiz gereken yolun henüz başında olduğumuzu söylemek, gerçeğimizin bir yönünü oluşturuyor. Eşitsiz ve dengesiz gelişen bir savaş gerçeği var ve biz, pek çok bakımdan savaşın bu günkü düzeyine yanıt olacak noktada değiliz. Fakat bu asla elimizi kolumuzu bağlayan bir pranga olmadı bizim için. Tersine, güçlerimizi, hem siyasal olarak iddialarımızın gereklerini yerine getirmek, hem de, ideolojik ve ahlaki sorumluluklarımıza uygun davranmak için, bu gerçeklere göre konumlandırma çizgisinde olduk. Bu nedenle de, kuvvetimizin ötesinde etkiler yaratan, tetikleyen, kışkırtan, sorgulatan bir dizi eylemin yaratıcıları olduk. Genç kadınlarımız, erkek yoldaşlarımız, gerilla cenazelerinde, çatışmalarda, canlı kalkan eylemlerinde, Van, Dersim örneklerinde olduğu gibi, serihildanlarda yer almakta tereddüt etmediler, izleyen, gözleyen herkesin taktir ve saygısını kazandılar. Beden yaşları ilerlemiş ihtiyar delikanlılarımız, enerjiklikleriyle bir dizi gence taş çıkarttırdılar. Bunlar elbette ki, sevinçle vurgulayacağımız gerçeklerimizdir bizim. Ama bunlarla kendimizi avutacak kadar da ufku sınırlı değiliz. Çünkü bunlar, sosyalist yurtsever çizginin henüz ilk ateşleri...Biz koca bir yangın çıkartmak istiyoruz.

Gerek partimizin 3. Kongre'sinin gerekse I. Kürdistan Konferansı'nın önümüze koyduğu görev ve perspektifler, bütün güçlerimizle savaş mevzilerinin en önüne yürümemiz gerektiğini söylüyor bize. Bu bakımdan donanımı, eğitimi, bilinci ve örgütsel yapıyı geliştirmenin önemine dikkat çekiyor. Sözlerin eylemle buluştuğu ölçüde anlamlı olduğunu yineliyor.

Hücrelerine kadar bu gerilimi hissetmeyen bir parti ya da komünist kuşkusuz ki, devrimi ruhunda hissetmiyor demektir. Partinin adeta "iterek" güçleri kendi eylemlerinin o muazzam dönüştürücü ateşine atması devrimi ruhunda hissetme eyleminin karşılığıdır. Önceki sürecin idare-i maslahatçı, devrimci kendiliğindenci tarzına karşı yürüttüğü savaşımda iradi olmaktan bir an bile vazgeçmemesinin bir sebebi de budur. Dışımızdaki güçlerin aymaz, keyfi ve sorumsuz eleştirilerine yanıt verirken de, onları bu devrimi, onun yenilgisini ve halkın yeniden ayağa kalkışını anlamaya çağırması da yine aynı sebepten dolayıdır. Parti devrim iddiasının gereklerini yerine getirmeye çalışıyor. Kürdistan Örgütü, kendisini her bakımdan bu eylemden öğrenmeye, halkın ve devrimin ruhuna dokunmaya, onunla buluşmaya çalışıyor.

İddialarımızın partisi olmak, kuşkusuz ki, bu iddiaları kendinde somutlaştıran kadrolarla ve savaşçılarla mümkündür. Bu, her bir yoldaşın omzuna güçlü bir irade ve sabır görevi yüklüyor. Ve tartışmasız bir şekilde cesareti dayatıyor!

Gittiğimiz, emek verdiğimiz zaman gelişen bir çalışma bizimkisi. Yani tümüyle iradi ve kesinlikle kendiliğinden değil. Yapmamız gerekenlerle yapabildiklerimiz arasında önemli bir mesafe var ve bunun kapanması için şimdikinden çok daha hızlı, çok daha çabuk ve iradi olmamız; özcesi çok çalışmamız gerekiyor. I. Konferans aynasından bakıldığında çalışmalarımızın, ülkemiz gerçekliğinin bize özel olarak söylediği ya da yüklediği görev bu! Yetersizlikleri, eksikleri, aşamadıkları ve yapamadıklarına rağmen, emekleriyle, çabalarıyla ve istekleriyle bu güne kadar gelen ve bundan sonra da birlikte yürüyeceğimiz bütün yoldaşlara daha çok çalışmak, daha çok koşmak, daha çok başarmak görevi çıkıyor bir başka deyişle.

"Geri ve yetersiz yanlarımızla kopuşmak", "geleceğe dair somut sonuçlar çıkarmak" ve "gerçek bir devrimci önderlik için" kendi pratiğimize bazı sorular sormak, bunlara yanıtlar aramak, yürüttüğümüz çalışmaların amacına uygun olduğu kadar, gerekli ve yararlıdır da. Konferansın bu bakımdan kadroların, üye ve taraftarların olduğu kadar, çevre çeper ilişkilerimizin de önüne bir dizi görev koyduğu, onları yeni sürecin temel parolası olan, "özgürlük ve sosyalizmin zaferi" doğrultusunda emek yoğunluklu bir çabaya davet ettiği biliniyor. Yine de bu görevlerin ilk muhatabı kadrolardır ve üzerlerine bir gelecek inşa ediliyor olmasının ahlaki, siyasi, ideolojik ve pratik sorumlulukları onların omuzlarındadır. I. Konferansımız sonuç bildirgesinde devrimci bir durumun yaşandığı ülkemizde, partimizin ve kadrolarımızın "bugüne kadar yürüttüğü mücadeleyi daha yüksek azim ve kararlılıkla sürdüreceğini...savaşımın ihtiyaçlarına uygun bir düzey elde etmek için güç ve yeteneklerini tam bir adanmışlık ve feda ruhuyla seferber edeceğini" ilan ederken, en çok da, adanmış komünistlere ve onların buluşacakları halka duyduğu güvenden hareket ediyordu.

Devrimci bir durumun yaşandığı ülkemizde, kendine sosyalist yurtsever diyen herkesin bu gerçeği iliklerine kadar hissetmesi gerektiği açıktır. Tam bir adanmışlık ve feda ruhuyla en önde yürümesi gereken kadrolardan başlayarak, bütün bir parti yapısının kendisini, bir de bu bilinçle gözden geçirmesi, değiştirmesi, özcesi, devrimi yaşaması gerekiyor. Çünkü; "devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde!"

 

 

Arşiv

 

2017
Eylül
2010
Mayıs Ocak
2008
Ocak
2005
Aralık
2004
Ekim Ağustos
Mart
2003
Ekim Temmuz
2002
Ocak
1998
Ekim

 

Çıtayı Yükseltmek ve Kadrolar
fc Share on Twitter
 

Kürdistan parti çalışmamız, sancılı da olsa, gözle görülür, somut bir yenilenme ve gelişme seyri izliyor. "Dışarıdan" bakıldığında, dinamik, canlı ve gelişmekte olan bir çalışmanın işaretleri görülüyor. Bazı sorunlar artık "dün"de kalmış, faaliyet ve onun yürütücüleri, yüzlerini geleceğe dönmüş bulunuyor. Parti, Kuzey Kürdistan'da giderek daha belirginleşen bir kuvvet olarak kök salmaya, var olmaya çalışıyor. En azından "dışarıya" yansıyan hava bu. Şimdi bu kanıyı güçlendiren bir veri daha var. Geçtiğimiz günlerde halklarımıza müjdelenen Kürdistan I. Konferansı!

Kendi mantığı içinde -yer yer sancılı olsa da- tutarlı bir gelişim seyri izleyen parti faaliyeti böylesi bir adımla tamamlanarak, yeni bir sıçrama düzeyine gelmiş bulunuyor. Dışarıdan bakıldığında bile anlaşılacak kadar net bir sıçrama gerilimi böylesi bir Konferans'la, yolunu bulmuş, kuvvetlerimiz ne yapacağı noktasında belirli bir bilinç ve görüş açıklığına ulaşmıştır. Konferans, parti güçlerimizin önüne somut bir sıçrama görevi koymuştur. Kuşkusuz böylesi bir sıçrama hamlesinin temel öznesinin kadrolar olduğu açıktır.

Konferans'ın da gündeminde olduğu kuşku götürmez bir konu olarak, kadrolar ve gelişimimizdeki rolleri, bu somut görev karşısında bir kez daha sınanacaktır. Konferansın bu temeldeki belirlemeleri kuşkusuz ki, yolumuzu aydınlatacaktır.

Daha İleri Hedefler ve Amaçlar

"Dışarıdan bakmak", çalışmanın, örgütün ya da bireyin, gerçeğini görmesine, onunla yüzleşmesine olanak sağlayan bir yöntemdir. Dışarıdan bakmaktan kast edilen, başka bir gözle, elbette devrim ve sosyalizm zemininde, kendine bakabilmek, eylemini, gelişimini ve faaliyetini değerlendirmektir. Keza çalışmaya ya da bireye ilişkin, başkaca insanların değerlendirmelerini, eleştiri ve gözlemlerini dinlemek-öğrenmektir. Böylece, özeleştirel çözümlemelerde objektif olmanın zemini yaratılmış olur.

Özellikle son yıllarda, Kürdistan parti çalışması açısından ortaya konan iradi tavır ve bunun bir sonucu olarak yaşanan politik canlanma pratiği, dostun da düşmanın da gözleri önünde cereyan ediyor ve ilgilerine mazhar oluyor. Dostlar da, düşmanlar da, partimizi toplantılarına konu ediyor, değerlendirmeler yapıyorlar, çeşitli vesilelerle. Sır değil. Biz işimize bakıyoruz. İşimiz kolay değil biliyoruz. Zaten kolay olacağını gösteren hiçbir deney de yok şimdiye kadar tanık olduğumuz.

3. Kongre sonrası süreçte, partinin genelde yakaladığı tempoyu biraz geriden de olsa takip ederek geldik bu günlere. Bu bakımdan mütevazı ama gelecek vaat eden adımlar atılıyor, iradeye, emeğe ve özveriye dayalı çalışmalar örgütleniyor. Gerek Kürdistanileşme perspektifli kimi araçların yaratılması, gerekse de, bu temelde yurtsever halk kitleleriyle ulusal özgürlük ve sosyalizm perspektifiyle ilişkilenme çabası, doğal olarak karşılıklı bir etkileşim yaratıyor ve parti bilinen şeritten, içlere doğru usul usul kök salıyor. Kuşkusuz dış etkenlerden bağımsız, içsel bakımdan da, kolay ve sancısız olmuyor bu. Tersine, her yeni başlangıçta ya da her kopuş pratiğinde olduğu gibi, geride kalan sürecin, alışkanlıkların, statükoların ve de sınırlılıkların baskısını duyumsuyor, gerilimini üzerinde taşıyor. Yapıcılarının tümünün bir biçimde yaşadığı bu "gerilimli" sürecin kendi doğal sonucuna ulaşması, kuşkusuz ki çalışmalarımızın bundan sonraki yönelimiyle doğrudan ilgilidir. Çünkü her "yeni" biraz da tereddütle başlar aynı zamanda. Neyse ki, bizim için yürünecek -yol kısmen çiğnenmemiş olsa da- yön belli! Konferansın gösterdiği gerçek tam da bu.

Çıtayı Yükseltmek

Parti faaliyetinin 3. Kongre sonrasındaki genel sürecine bakıldığında, gelişmenin Kürdistan çalışması açısından eşitsiz ve sıçramalı olduğu görülecektir. Politika yapış tarzından, örgütlenme anlayışlarına, kitlelere hücum bilincinden, kadrolaşma çalışmalarına kadar Kürdistan Örgütümüz, bazı zikzakların ardından, 3. kongrenin belirlediği perspektifleri ete kemiğe büründürmeye çalıştı. Partinin genelde sağladığı enerji ve devrimci irade ülkemiz çalışmasına da yansıdı. Sınırlı güç ve olanaklara rağmen, parti Kürdistan'da giderek "içerden" bir kuvvet haline gelmeye başladı. Her bir yoldaşın yoğun emeği ve katkısıyla gelişen ve I. Konferans'la birlikte, bir dönemi geride kalan sürecin pratiğinde, bu bakımdan ortaya çıkan tablo, hem umut verici hem de "kamçılayıcı."

Umut verici, çünkü parti saflarında, kendine ve partisine güvenen, onun ne yapmak istediğini anlamaya çalışan, ona bu bakımdan katkı sunan bir dizi genç savaşçı ve kadro var. Bu kadro ve taraftarların yoğun emeğiyle ilişkilendiğimiz yurtsever halkımız, çabalarımızı karşılıksız bırakmıyor, onlara güven verdiğimiz ölçüde, parti çalışmasını sahipleniyor. Saflara liselerden, üniversitelerden, atölyelerden, mahalle ve köylerden yeni katılımlar oluyor. Parti usul usul, adım adım saflarına katılan genç kadın ve erkeklerle büyüyor. Alanlarda kalıcılık, faaliyette süreklilik ve yeni bir dizi alana açılma işte böylesi bir sürecin ürünü olarak ortaya çıkıyor. "İçeriden" bakınca yeterince görülemeyen belki de anlaşılamayan bu gelişme elbette ki mütevazı bir biçimde oluyor. Konferans'ın sağladığı bütünlüklü bakış olanağıyla ele alınan çalışmaların bize söylediği tam olarak bu.

"Kamçılayıcı", çünkü ortaya konulan bunca emeğe ve çabaya rağmen, daha fazlasını yapmak zorunda olduğumuz gerçeği her gün yeniden yeniden karşımıza çıkıyor. Ülkemiz dağlarında sömürgeci ordu kol geziyor. Yurtsever halkımız, kendisine giydirilmeye çalışılan "bıkmış, yenilip teslim olmuş halk" kimliğini kabul etmiyor. Son olarak Şemdinli, Yüksekova ve Hakkari'de de görüldüğü gibi serhildanlarla, militan sokak gösterileri ile "umut kırma konsepti"nin sömürgeci ve karanlık zincirlerini parçalıyor. Dağları kuşatan binlerce askere, her türlü teknik olanağa ve bunlarla yapılan saldırıya rağmen, gerilla eylemleri artarak devam ediyor. Halkımız, bütün engelleme ve çarpıtma girişimlerine, karalamalara ve ulusal hareketin içerisinde bulunduğu reformcu çizgiye rağmen, yüzünü sömürgeci düzene, onun inkâr ve imha siyasetine dönmüyor. Tersine her fırsatta onun kanlı, kirli yüzünü teşhir ediyor. Özgürlük isteğini ve bu konudaki ısrarını herkese "dayatıyor". Reformcu, uzlaşmacı çizgi, halkımız saflarında belirli bir etki yaratsa da, sürece tümüyle yön veremiyor. Sömürgeci politikalar, faşist saldırılar ve kontrgerilla uygulamaları herkesi kendisine göre pozisyon almaya zorluyor. Sömürgecilik, teslimiyet ve uzlaşma siyasetini böylesi süreçlerde daha bir kararlı olarak gündemleştirmeye çalışsa da başarılı olamıyor. Reformcu stratejisine bağlı olarak, uzlaşma zemini arayan ulusal güçler ise bu amaçlarına bir türlü ulaşamıyor, sömürgecilik, katı ve inkarcı çizgisinde ısrar ediyor.

Gelişmeler her bakımdan sömürgecilikten esaslı bir kopuşu dayatsa da, mevcut güç ilişkileri ve politikalar zemininde bu olanaklı olmuyor. Nesnellikte giderek daha somut hale gelen bu durum, siyasette yeterince karşılığını bulamıyor. Bu koşullarda kuşkusuz ki sosyalist yurtseverlere her bakımdan çok iş düşüyor. Ne var ki, sosyalist yurtseverler de, mevcut süreci tersine çevirecek, onu yeni bir doğrultuda kanalize edecek kadar güçlü ve etkili değiller. Bu, -bugün ve şimdilik!- "kamçılayıcı" gerçekliğimizdir bizim. Ama asla kader, ya da, teslim olacağımız bir durum değildir. Değiştirmek boynumuzun borcudur.

Devrimi Hissedebilmek

Özel olarak, partimizin ülkemiz zeminindeki son üç yıllık sürecine ve pratiğine baktığımızda, yürümemiz gereken yolun henüz başında olduğumuzu söylemek, gerçeğimizin bir yönünü oluşturuyor. Eşitsiz ve dengesiz gelişen bir savaş gerçeği var ve biz, pek çok bakımdan savaşın bu günkü düzeyine yanıt olacak noktada değiliz. Fakat bu asla elimizi kolumuzu bağlayan bir pranga olmadı bizim için. Tersine, güçlerimizi, hem siyasal olarak iddialarımızın gereklerini yerine getirmek, hem de, ideolojik ve ahlaki sorumluluklarımıza uygun davranmak için, bu gerçeklere göre konumlandırma çizgisinde olduk. Bu nedenle de, kuvvetimizin ötesinde etkiler yaratan, tetikleyen, kışkırtan, sorgulatan bir dizi eylemin yaratıcıları olduk. Genç kadınlarımız, erkek yoldaşlarımız, gerilla cenazelerinde, çatışmalarda, canlı kalkan eylemlerinde, Van, Dersim örneklerinde olduğu gibi, serihildanlarda yer almakta tereddüt etmediler, izleyen, gözleyen herkesin taktir ve saygısını kazandılar. Beden yaşları ilerlemiş ihtiyar delikanlılarımız, enerjiklikleriyle bir dizi gence taş çıkarttırdılar. Bunlar elbette ki, sevinçle vurgulayacağımız gerçeklerimizdir bizim. Ama bunlarla kendimizi avutacak kadar da ufku sınırlı değiliz. Çünkü bunlar, sosyalist yurtsever çizginin henüz ilk ateşleri...Biz koca bir yangın çıkartmak istiyoruz.

Gerek partimizin 3. Kongre'sinin gerekse I. Kürdistan Konferansı'nın önümüze koyduğu görev ve perspektifler, bütün güçlerimizle savaş mevzilerinin en önüne yürümemiz gerektiğini söylüyor bize. Bu bakımdan donanımı, eğitimi, bilinci ve örgütsel yapıyı geliştirmenin önemine dikkat çekiyor. Sözlerin eylemle buluştuğu ölçüde anlamlı olduğunu yineliyor.

Hücrelerine kadar bu gerilimi hissetmeyen bir parti ya da komünist kuşkusuz ki, devrimi ruhunda hissetmiyor demektir. Partinin adeta "iterek" güçleri kendi eylemlerinin o muazzam dönüştürücü ateşine atması devrimi ruhunda hissetme eyleminin karşılığıdır. Önceki sürecin idare-i maslahatçı, devrimci kendiliğindenci tarzına karşı yürüttüğü savaşımda iradi olmaktan bir an bile vazgeçmemesinin bir sebebi de budur. Dışımızdaki güçlerin aymaz, keyfi ve sorumsuz eleştirilerine yanıt verirken de, onları bu devrimi, onun yenilgisini ve halkın yeniden ayağa kalkışını anlamaya çağırması da yine aynı sebepten dolayıdır. Parti devrim iddiasının gereklerini yerine getirmeye çalışıyor. Kürdistan Örgütü, kendisini her bakımdan bu eylemden öğrenmeye, halkın ve devrimin ruhuna dokunmaya, onunla buluşmaya çalışıyor.

İddialarımızın partisi olmak, kuşkusuz ki, bu iddiaları kendinde somutlaştıran kadrolarla ve savaşçılarla mümkündür. Bu, her bir yoldaşın omzuna güçlü bir irade ve sabır görevi yüklüyor. Ve tartışmasız bir şekilde cesareti dayatıyor!

Gittiğimiz, emek verdiğimiz zaman gelişen bir çalışma bizimkisi. Yani tümüyle iradi ve kesinlikle kendiliğinden değil. Yapmamız gerekenlerle yapabildiklerimiz arasında önemli bir mesafe var ve bunun kapanması için şimdikinden çok daha hızlı, çok daha çabuk ve iradi olmamız; özcesi çok çalışmamız gerekiyor. I. Konferans aynasından bakıldığında çalışmalarımızın, ülkemiz gerçekliğinin bize özel olarak söylediği ya da yüklediği görev bu! Yetersizlikleri, eksikleri, aşamadıkları ve yapamadıklarına rağmen, emekleriyle, çabalarıyla ve istekleriyle bu güne kadar gelen ve bundan sonra da birlikte yürüyeceğimiz bütün yoldaşlara daha çok çalışmak, daha çok koşmak, daha çok başarmak görevi çıkıyor bir başka deyişle.

"Geri ve yetersiz yanlarımızla kopuşmak", "geleceğe dair somut sonuçlar çıkarmak" ve "gerçek bir devrimci önderlik için" kendi pratiğimize bazı sorular sormak, bunlara yanıtlar aramak, yürüttüğümüz çalışmaların amacına uygun olduğu kadar, gerekli ve yararlıdır da. Konferansın bu bakımdan kadroların, üye ve taraftarların olduğu kadar, çevre çeper ilişkilerimizin de önüne bir dizi görev koyduğu, onları yeni sürecin temel parolası olan, "özgürlük ve sosyalizmin zaferi" doğrultusunda emek yoğunluklu bir çabaya davet ettiği biliniyor. Yine de bu görevlerin ilk muhatabı kadrolardır ve üzerlerine bir gelecek inşa ediliyor olmasının ahlaki, siyasi, ideolojik ve pratik sorumlulukları onların omuzlarındadır. I. Konferansımız sonuç bildirgesinde devrimci bir durumun yaşandığı ülkemizde, partimizin ve kadrolarımızın "bugüne kadar yürüttüğü mücadeleyi daha yüksek azim ve kararlılıkla sürdüreceğini...savaşımın ihtiyaçlarına uygun bir düzey elde etmek için güç ve yeteneklerini tam bir adanmışlık ve feda ruhuyla seferber edeceğini" ilan ederken, en çok da, adanmış komünistlere ve onların buluşacakları halka duyduğu güvenden hareket ediyordu.

Devrimci bir durumun yaşandığı ülkemizde, kendine sosyalist yurtsever diyen herkesin bu gerçeği iliklerine kadar hissetmesi gerektiği açıktır. Tam bir adanmışlık ve feda ruhuyla en önde yürümesi gereken kadrolardan başlayarak, bütün bir parti yapısının kendisini, bir de bu bilinçle gözden geçirmesi, değiştirmesi, özcesi, devrimi yaşaması gerekiyor. Çünkü; "devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde!"