Sömürgecilik her yerde!
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Kitabın arka kapağında yazar B.Traven şu sözlerle tanımlanıyor. "Gençliğini bir Alman anarşisti, orta yaşlarını vatansız bir maceracı, Son yıllarını da Orta Amerikanın yoksul insanlarının büyük dostu olarak geçirdi."

Kitap on kısa öyküden oluşuyor. Adını da öykülerin ilkinden alıyor. Yazarın akıcı, sürükleyici olduğu kadar yalın bir dili olduğunu, çeviride de orijinaline bağlı kalınmaya çalışıldığını söylemek gerekir. Bir dizi tanımlamayı bahsi geçen halkların, günlük yaşamlarında kullanıldığı gibi kitapta görmek mümkün. Kitap günümüzdeki adı ile Orta Amerikanın, Latin Amerikanın gerçek sahibi olan Kızılderili halkının yaşamlarından kimi kesitler sunuyor. İspanyolların, Amerikalıların bu toprakları işgali ile birlikte sömürgeleştirilme sürecini öykü özgünlüğünde anlatıyor. Mitolojiden kimi anlatımlarla, öyküye zenginlik kattığı gibi bugün ve dün arasında geçişleri iyi vererek anlatımı zenginleştiren bir yöntemle işlemiş.

Sömürgeci devletlerin, "uygarlık, medeniyet taşıyoruz" yalanları ile istila ettikleri bu topraklara geliş amaçlarının hiç de böyle masum olmadığını öyle yalın ifade ediyor ki. "Bilmez olur muyum hiç! O büyük petrolcüler, maden ya da meyve şirketleri, şiş göbekli bankacılar' Hepsi nasılda yırtınıyorlar bütün Latin Amerika'yı ellerine geçirmek için'"

Bir başka öyküde ise sömürgecilerin kendi çıkarları için halkların emeklerini sömürmekle kalmayıp, onun duygularını, hislerini, yansıttığı, kültürlerini nasıl yok saydığını ise şöyle anlatıyor:

Bay E.L.Winthrop tatilini geçirmek üzere Meksika Cumhuriyetine gelir. Rotary ve Lions gibi kulüp adı altındaki sermaye kuruluşlarının henüz tanımadığı bu toprakları "onurlu" görevinin bilincindeki bir kulüp üyesi ve Amerikan yurttaşı olarak bu açığı kapatmayı kendine görev edinir.

Tatil için geldiği bu "sefil" toprakları "karlı üretken yerler haline" dönüştürmeyi tasarlamaktadır.

"Kaldırım, musluk suyu ve (mumun dışında) yapay aydınlanmayı tanımayan, medeniyetin olanaklarından bihaber" bir köydür burası. "Medeniyetin olanaklarından" yoksun bu köyü dolaşırken, palmiye ağaçlarından yapılan jacolita denen evinin önünde oturan köylüyü görür. Kızılderili köyün dört bir tarafından topladığı bitki lifleri ile çeşit çeşit ve asla birbirinin eşi olmayan sepetleri yapmaktadır. "Basit köylünün" yaptığı sepetler "sanat şaheseri" düzeyindedir. Bunları kaçırmak istemeyen "kurnaz" ve aynı zamanda "akıllı" Amerikalı oldukça karlı biçimde satın alır bunları. Medeniyetler ve uygarlıklar ülkesi Amerika'da pazarlamaya girişir. Oldukça kar edeceği bir alıcı bulmuştur. Ve bu karlı alışveriş için geriye Meksika'ya döner, Kızılderili köylüyü bulur. Düşündüğü gibi ucuza kapatamayacağını görür. Kızılderili köylü Amerikalının istediği yüklü miktardaki sepeti yapması için birçok şeyden -tarlasını ekip, biçmekten, sebze yetiştirmekten, evinin işleri ile uğraşmaktan- vazgeçmesi gerektiğini anlatmaktadır. Bu ise onun sonunu getirecektir. Amerikalı bu siparişleri yaptığı zaman yüklü miktarda parası olacağını, hayatının değişeceğini, bu küçük tarlaya ihtiyaç duymayacağını söylese de ikna edemez. "Sizin bilmediğiniz bir şey daha var senyör" der." Bu canastitas'ları kendi istediğim gibi, kendi türkümü katarak ve içimde ruhumun küçük parçalarını da örerek yapmalıyım. Eğer sizin istediğiniz kadar yaparsam, ruhumu ve türkülerimi katamam her birine. Hepsi birbirine benzer ve yavaş yavaş yıkılır yüreğim. Sepetlerimin her biri ayrı bir türkü olmalıdır, sabah uyandığımda kelebekler gelip üzerlerine konduğunda dinlediğim türküler' Kelebekler sepetlerimi ve onların güzel renklerini severler, bunun için gelip konarlar üzerlerine ve ben onlara bakarken yeni canastitas'lar düşünürüm." Üzgünüm der ve oturur işinin başına. "İşte böylece Amerikan çöplükleri, Meksikalı bir Kızılderili'nin ruhunun düşleri, yüreğinin hıçkırıkları ve sessiz şiirleriyle ördüğü bu küçük sepetlerin rengârenk, boş yırtılmış buruşturulmuş bu küçük canastitas'ların mezarlığı olmaktan kurtuldu" diye bitirir öyküyü yazar.

Diğer başkaca öyküler içinde dinin-tanrı kavramının sömürgecilerin elinde nasıl bir sömürü aracı haline getirildiği işlenir.

"Peten Kızılderilileri, Kortez'in adamlarını beslediler-hiçbir hediye ya da karşılık beklemeden- hastaları ve yaralıları tedavi ettiler ve yol için, Kortez'e, haftalarca yetecek yiyecek verdiler. Konuklarına daha da hoş görünmek için Kızılderililer vaftiz edilmeyi kabul ettiler ve böylece hepsi iyi Hıristiyanlar oldu." "İyi ve gerçek Katolikler olarak Roma'daki üstlerine boyun eğmek zorunda olduklarını bildirdiler"'

Gene bir başka öykü de Kızılderili halkının o mistik anlayışları içinde bir tanrı olgusu olmasına rağmen, Hıristiyanlığı kabul ettirmek isteyen pederi şu sözlerle reddediyor. "Niçin insanlar, bir sevgi ve iyilik tanrısının onlara karşılıksız olarak sırf sevdiği için verebileceği şeyleri böyle dolambaçlı bir yoldan hak edecekler? Eğer o söylediğin tanrı olsaydı, insanlardan kendisine inanmalarını, dua etmelerini ve tapmalarını istemezlerdi bile. Annem sahip olduğu her şeyi yalnızca beni sevdiği için, kendisine inanmamı ya da dua etmemi istemeden bana verdi' Yani annemin sevgisi senin tanrınınkinden çok daha sonsuz, kendisi çok daha büyük. Ve o sadece bir insandır."...

Sürükleyici, akıcı bir dille yazılan öyküler 1800'lerin Amerika'sından esinlenilmiştir. Buna rağmen birçok ayrıntıda bizler bakımından yabancısı olmadığımız duygu ortaklığı, yaşanmışlıklar bulunabilir.

Son söz olarak kitabın bütününde, ezilmiş Meksikalılar, zengin toprak avcısı Amerika'lı lar, sömürgeciler ve sömürülenlerin ilişkilerinin yanında; karşılıksız, çıkarsız dostluklara dair izler bulunabilir.

İyi okumalar!

 

 

Arşiv

 

2017
Eylül
2010
Mayıs Ocak
2008
Ocak
2005
Aralık
2004
Ekim Ağustos
Mart
2003
Ekim Temmuz
2002
Ocak
1998
Ekim

 

Sömürgecilik her yerde!
fc Share on Twitter
 

Kitabın arka kapağında yazar B.Traven şu sözlerle tanımlanıyor. "Gençliğini bir Alman anarşisti, orta yaşlarını vatansız bir maceracı, Son yıllarını da Orta Amerikanın yoksul insanlarının büyük dostu olarak geçirdi."

Kitap on kısa öyküden oluşuyor. Adını da öykülerin ilkinden alıyor. Yazarın akıcı, sürükleyici olduğu kadar yalın bir dili olduğunu, çeviride de orijinaline bağlı kalınmaya çalışıldığını söylemek gerekir. Bir dizi tanımlamayı bahsi geçen halkların, günlük yaşamlarında kullanıldığı gibi kitapta görmek mümkün. Kitap günümüzdeki adı ile Orta Amerikanın, Latin Amerikanın gerçek sahibi olan Kızılderili halkının yaşamlarından kimi kesitler sunuyor. İspanyolların, Amerikalıların bu toprakları işgali ile birlikte sömürgeleştirilme sürecini öykü özgünlüğünde anlatıyor. Mitolojiden kimi anlatımlarla, öyküye zenginlik kattığı gibi bugün ve dün arasında geçişleri iyi vererek anlatımı zenginleştiren bir yöntemle işlemiş.

Sömürgeci devletlerin, "uygarlık, medeniyet taşıyoruz" yalanları ile istila ettikleri bu topraklara geliş amaçlarının hiç de böyle masum olmadığını öyle yalın ifade ediyor ki. "Bilmez olur muyum hiç! O büyük petrolcüler, maden ya da meyve şirketleri, şiş göbekli bankacılar' Hepsi nasılda yırtınıyorlar bütün Latin Amerika'yı ellerine geçirmek için'"

Bir başka öyküde ise sömürgecilerin kendi çıkarları için halkların emeklerini sömürmekle kalmayıp, onun duygularını, hislerini, yansıttığı, kültürlerini nasıl yok saydığını ise şöyle anlatıyor:

Bay E.L.Winthrop tatilini geçirmek üzere Meksika Cumhuriyetine gelir. Rotary ve Lions gibi kulüp adı altındaki sermaye kuruluşlarının henüz tanımadığı bu toprakları "onurlu" görevinin bilincindeki bir kulüp üyesi ve Amerikan yurttaşı olarak bu açığı kapatmayı kendine görev edinir.

Tatil için geldiği bu "sefil" toprakları "karlı üretken yerler haline" dönüştürmeyi tasarlamaktadır.

"Kaldırım, musluk suyu ve (mumun dışında) yapay aydınlanmayı tanımayan, medeniyetin olanaklarından bihaber" bir köydür burası. "Medeniyetin olanaklarından" yoksun bu köyü dolaşırken, palmiye ağaçlarından yapılan jacolita denen evinin önünde oturan köylüyü görür. Kızılderili köyün dört bir tarafından topladığı bitki lifleri ile çeşit çeşit ve asla birbirinin eşi olmayan sepetleri yapmaktadır. "Basit köylünün" yaptığı sepetler "sanat şaheseri" düzeyindedir. Bunları kaçırmak istemeyen "kurnaz" ve aynı zamanda "akıllı" Amerikalı oldukça karlı biçimde satın alır bunları. Medeniyetler ve uygarlıklar ülkesi Amerika'da pazarlamaya girişir. Oldukça kar edeceği bir alıcı bulmuştur. Ve bu karlı alışveriş için geriye Meksika'ya döner, Kızılderili köylüyü bulur. Düşündüğü gibi ucuza kapatamayacağını görür. Kızılderili köylü Amerikalının istediği yüklü miktardaki sepeti yapması için birçok şeyden -tarlasını ekip, biçmekten, sebze yetiştirmekten, evinin işleri ile uğraşmaktan- vazgeçmesi gerektiğini anlatmaktadır. Bu ise onun sonunu getirecektir. Amerikalı bu siparişleri yaptığı zaman yüklü miktarda parası olacağını, hayatının değişeceğini, bu küçük tarlaya ihtiyaç duymayacağını söylese de ikna edemez. "Sizin bilmediğiniz bir şey daha var senyör" der." Bu canastitas'ları kendi istediğim gibi, kendi türkümü katarak ve içimde ruhumun küçük parçalarını da örerek yapmalıyım. Eğer sizin istediğiniz kadar yaparsam, ruhumu ve türkülerimi katamam her birine. Hepsi birbirine benzer ve yavaş yavaş yıkılır yüreğim. Sepetlerimin her biri ayrı bir türkü olmalıdır, sabah uyandığımda kelebekler gelip üzerlerine konduğunda dinlediğim türküler' Kelebekler sepetlerimi ve onların güzel renklerini severler, bunun için gelip konarlar üzerlerine ve ben onlara bakarken yeni canastitas'lar düşünürüm." Üzgünüm der ve oturur işinin başına. "İşte böylece Amerikan çöplükleri, Meksikalı bir Kızılderili'nin ruhunun düşleri, yüreğinin hıçkırıkları ve sessiz şiirleriyle ördüğü bu küçük sepetlerin rengârenk, boş yırtılmış buruşturulmuş bu küçük canastitas'ların mezarlığı olmaktan kurtuldu" diye bitirir öyküyü yazar.

Diğer başkaca öyküler içinde dinin-tanrı kavramının sömürgecilerin elinde nasıl bir sömürü aracı haline getirildiği işlenir.

"Peten Kızılderilileri, Kortez'in adamlarını beslediler-hiçbir hediye ya da karşılık beklemeden- hastaları ve yaralıları tedavi ettiler ve yol için, Kortez'e, haftalarca yetecek yiyecek verdiler. Konuklarına daha da hoş görünmek için Kızılderililer vaftiz edilmeyi kabul ettiler ve böylece hepsi iyi Hıristiyanlar oldu." "İyi ve gerçek Katolikler olarak Roma'daki üstlerine boyun eğmek zorunda olduklarını bildirdiler"'

Gene bir başka öykü de Kızılderili halkının o mistik anlayışları içinde bir tanrı olgusu olmasına rağmen, Hıristiyanlığı kabul ettirmek isteyen pederi şu sözlerle reddediyor. "Niçin insanlar, bir sevgi ve iyilik tanrısının onlara karşılıksız olarak sırf sevdiği için verebileceği şeyleri böyle dolambaçlı bir yoldan hak edecekler? Eğer o söylediğin tanrı olsaydı, insanlardan kendisine inanmalarını, dua etmelerini ve tapmalarını istemezlerdi bile. Annem sahip olduğu her şeyi yalnızca beni sevdiği için, kendisine inanmamı ya da dua etmemi istemeden bana verdi' Yani annemin sevgisi senin tanrınınkinden çok daha sonsuz, kendisi çok daha büyük. Ve o sadece bir insandır."...

Sürükleyici, akıcı bir dille yazılan öyküler 1800'lerin Amerika'sından esinlenilmiştir. Buna rağmen birçok ayrıntıda bizler bakımından yabancısı olmadığımız duygu ortaklığı, yaşanmışlıklar bulunabilir.

Son söz olarak kitabın bütününde, ezilmiş Meksikalılar, zengin toprak avcısı Amerika'lı lar, sömürgeciler ve sömürülenlerin ilişkilerinin yanında; karşılıksız, çıkarsız dostluklara dair izler bulunabilir.

İyi okumalar!