Ortamımız Ne Kadar Özgür?
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Partinin Sesi / Sayı:51 / Nisan – Mayıs 2006


"Kasırga Taburu'nun Eylemi ve Biz Komünist Kadınlar"* başlıklı yazı, sorularıyla bir gerçeğin altını çiziyor. Herhangi bir cinsel hata ya da zaaf söz konusu olduğunda, genel olarak kadın militanların bu durumu kolektiften gizlemeyi tercih ettiklerini, herhangi bir politik-örgütsel sorunda gösterdikleri açıklığı göstermediklerini vurguluyor. Ve bu eksende esas olarak kadınlar üzerinden tartışmayı yürütüyor. Kendinden başlamak adına olumludur bu... Ayrıca yazı, bu konuda erkek militanlar bakımından da duruma değiniyor. Erkek militanların bu tür hata ya da zaaflarını diğer konulardan ayrı bir kategoride tartışmadıkları saptamasını yapıyor. Bunun tartışma götürür bir belirleme olduğunun altını çizmek gereği duyuyoruz.
Elbette yalnızca kadınları tartışmak mümkün. Ancak, ilgili konuya dair tartışmanın bu biçimiyle yürütülmesi eksik olur. Çünkü burada tartışılması gereken asıl sorun, -kadın ya da erkek fark etmez- duygusal, cinsel ilişkilere bir bütün kolektifin bakış açısıdır, bu bakımdan partinin gerçeğidir. Ya da bir başka biçimde ifade edecek olursak; "bu konularda toplumun bakış açısı nedir, toplumsal gerçeklik nedir, parti hangi noktalarda bu gerçeklikten devrimci kopuşları sağlamıştır" sorusunun yanıtını aramalıyız. Gerçeğimizi bütünlüklü, aslına uygun biçimde kavrayabilmek için bunu oluşturucu öteki "aktörleri"ni de tartışmaya dahil etmek gerekir. Kadın militanlar olarak kendi gerçeğimizi de kolektiften ayrı, tecrit halde, kendi başına doğru bir şekilde çözümleyemeyiz. Bu bakımdan cinsel sorunların, konuların tartışılmasında kadın ve erkek militanlarıyla, yaşlı ve genç kadro kuşaklarıyla kolektifimiz ne kadar özgür ya da özgür mü, sorusu/sorunu merkezde durmalı, kadın ve erkek yoldaşlar bakımından durum bütünle bağıntısı içerisinde ele alınmalıdır.
Burjuva devletin cinsel politikası nedir? Tabi ki bu, başlı başına ele alınması gereken büyük bir sorundur. Burada ancak değinebiliriz. Burjuva devlet cinselliği nikahla başlatıyor. Böylece nikah öncesi cinselliği yok sayıyor. Cinsel alanda yasakçı zihniyet burada durmaksızın üretiliyor. Nikah öncesi cinselliği yok sayarak, yasakladığı ve meşru görmediği için toplumsal gerçeklikle, insan gerçekliği ile uzlaşmaz bir karşıtlık içerisinde bulunuyor. Burjuva devlet ve onun yasakçı zihniyeti ile zehirlenmiş toplum, gençlerin, özellikle de genç kadınların cinselliğini bastırmaya çalışıyor. Burjuva devlet ideolojisini dayatıp topluma da kabul ettirdiği için toplumda da muazzam bir ikiyüzlülük oluşuyor.
Burjuva devletinin empoze ettiği ideolojiye göre, kadın için cinsel yaşam evlilikle/nikâhla başlar. Öncesinde bir ilişkiye girmek namussuzluk olarak addedilir. Kadın ailenin, toplumun namusu ise -ki öyle ifade ve kabul edilir- somutlaştığı yer de kadınların iki bacağının arasıdır. Bu değer yargısının gevşediği burjuva ilişkilerde ise, kadın bazı şeyleri yaşayabilir ama evlenmeden bekâretini asla "kaybetmemelidir". En değerli hazine, nikâhla birlikte erkeğe verilmek üzere saklanır. Peki ya erkek bakımından durum nasıldır? Erkekler için nikâh şartı aranmaz. Hatta ve hatta evlenmeden önce bazı cinsel deneyimlerden geçmesi öğütlenir erkeğe...Bu da yetmez, evlendikten sonra "zaman zaman" başka kadınlarla cinsel ilişkiler geliştirmesi bir hak olarak görülür. Bütün sınıflı toplumlar kadına tek eşliliği dayatırken, erkeğe aldatma hakkını tanımışlardır. Erkeğin lehine daha bir dizi şey sıralanabilir burada. Ama bu kadarı bile yeter.
Toplum günlük yaşamda burjuva devletten daha gerçekçi görünüyor. Cinsel ilişkiler toplumsal yaşamın temel bir alanı olarak hükmünü sürdürüyor. Egemen ahlaki davranış ölçülerine, yasalara, yasaklara, tabulara vb karşın "zaaflı, yoz" denilen ilişkilerin toplumda hayli yaygın olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak, gerçek böyle olmasına rağmen, toplum bu sorunların tartışılmasını karşımıza bir tabu olarak çıkarıyor. Bu gerçeğin kendisi de egemen değer yargılarındaki ikiyüzlülüğün göstergesidir. Evet, her türlü cinselliği, cinsel ilişkiyi yaşayabilirsin ama bunlara dair konuşmak, yazmak, çizmek olmaz. Bunlar, edep, haya, ayıp itirazlarıyla, engellenir, ahlaklı bulunmaz vb.
Toplumda egemen olan bir başka değer yargısı da, kadın ve erkeğin cinsel ihtiyaçlarını gidermesi ya da cinselliğini yaşamasına ilişkindir. Toplumda kadın ve erkeğin cinselliğini yaşamasına dair çizilmiş kurallar ve fiilen işleyen bir çark var. İşleyen bu çarka cinsiyetine ve toplumdaki yerine göre dahil olabilirsin. Ama bunlara dair tartışma yürütemezsin. Paparazi programlarında kimin eli kimin cebinde haberlerine çok sık rastlansa da; nikah dışı cinsel ilişkiler yüz kızartıcı suç muamelesine tabidir. Yüz kızartıcı suçlar da öyle kolay kolay kabullenilip açıklanmazlar. Gizlenebildiği kadar gizlenmelidirler. Toplumda işleyen kural budur. Bu kural da her gün her saat ikiyüzlülüğü ve çifte standardı üretir/besler. Toplumun yasak saydığı ve yüz kızartıcı bulduğu, hatta bazı bölgelerde kadınlar açısından ölümle sonuçlanan fiillerin rahatça tartışılması bir yana gizlenmesi gerektiğiyle şartlanmıştır bireyler.
Peki, kolektif bakımından anlayışlarımız hangi düzeyde gelişmiş/değişmiştir. Devletin cinsel politikalarına karşı hangi düzeyde açıktan mücadele ediyoruz. Cinsellik söz konusu olduğunda, toplumun gerici değer yargıları karşısında açık bir tutum takınabiliyor muyuz? Kolektifin tek tek bireyleri bu tür sorunlarla karşılaştıklarında rahatça istek, fikir, hata ve zaaflarını yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi paylaşabiliyorlar mı? Özcesi bu konularda özgürler mi? Parti kendi insanlarına özgür bir ortamı ne kadar sağlayabiliyor?
Parti; doğru olarak, iki cins arasındaki özel-cinsel ilişkinin, cinsler arasındaki sevgi ve açıklığa dayanması gerektiğini ifade edip, savunuyor. Ancak, kolektifi oluşturan tek tek bireylerin içinden çıkıp geldikleri toplumun gerici değer yargıları birer karabasan gibi pratik yaşamın üzerine çöker. Yani teorik olarak ifade edilenler teorinin griliğini, pratikte ise; bireyleri egemen ataerkil bakış açısıyla yargılayan bir tabloyu ortaya çıkarır. Ki, bu da yaşamın yeşilini oluşturur. Genel olarak cinsellik-cinsel ilişkinin kolektifin saflarında nasıl algılandığını gösteren iyi bir örnektir şu: polis sorgusunda kadın ya da erkek devrimciler envai çeşit işkenceye tabi tutulurlar. Uğranılan işkenceleri ifade etmek/anlatmak söz konusu olduğunda hiçbir sorun çıkmaz. Şayet tutum olumsuz ise, yer yer bunun etkileri göze çarpar. Buraya kadar bir şey yok. Ancak, işin içine tecavüz işkencesi girmiş ise, hem kadın bakımından, hem de erkek bakımından durum anında farklılaşır. Çevrenin yaklaşımı da buna dahildir. Her ne kadar mağdurun başını önüne eğmesi için hiçbir nedeni olmadığı ifade edilse de, hem mağdurlar, hem de çevresindekilerin fiili yaklaşımları farklılaşır. "Neden" diye kendimize hiç sorduk mu? Bir dizi örnekte; kişinin çözülmesi, tecavüz saldırısının gölgesinde kalmakta, çözülmeyle gerektiği gibi hesaplaşmanın önü tıkanmaktadır. Ne dersek diyelim; aslında kadın ya da erkeğe yönelik cinsel şiddetin uygulanması, anında diğer şiddet biçimlerinden ayrı bir yere konulmaktadır. Çünkü, bizim kafamızda da, cinsellik/cinsel şiddet, bütün şiddet biçimlerinden başka bir yerde durmaktadır. Toplumda egemen olan "kirlenmişlik" olgusu, devrimci kadın ve erkek bakımından da değişik biçimlerde kendisini gösterir. Dolayısıyla psikolojisi buna göre şekillenir. Bireylerin ilk sarıldığı egemen düzen silahı; gizlemek olur. Bugün, 12 Eylülün ilk yıllarında yaygın kullanılan tecavüz işkencesine maruz kaldığımda yârimden ayrılma fikrine sahip olduğumu dalga geçerek hatırlıyorum!
Toplumda yüz kızartıcı suç olarak kabul edilen cinsel hata ve zaaflar, bizde, kadın ve erkek yoldaşlar arasında nasıl algılanıyor? Cinsel hata ve zaafların adeta yüz kızartıcı suçmuş gibi karşılandığını söylemek sanırız haksızlık olmaz. Her militan, az ya da çok bu tür hata ve zaaf karşısında hangi tutumlar takınıldığını, nasıl bir yaklaşım sergilendiğini bilir. Bu tür sorunların tartışıldığı anların, ortamların, herhangi bir örgütsel-politik eksik ya da hatanın tartışıldığı durumlardan çok da farklı olmadığını iddia edebilir miyiz? Bu farklılaşmayı nasıl açıklayabiliriz? Herhangi bir görevde ortaya çıkan zaafların/eksiklerin faturası karşısında daha anlayışlı, soğukkanlı bir yaklaşım olsa da, diğer durumda açık gizli değer yargılarımız maalesef soruna doğru yaklaşmamızı engelliyor. Hal böyle olunca, ister kadın olsun, ister erkek, bu gibi durumlarda zaaflarını ya da sorunlarını kendi içlerinde yaşama, kolektife kapalı davranma tercih ediliyor. Tabi bu da bir zayıflık. Partiye, yoldaşlarına karşı gizlilik iki yüzlülük ürettiği gibi, militanın bir bozulma/ bir çürüme noktası oluyor. Ta ki, gizlenen pratiğin, zaafların kokusu çıkıncaya dek ya da bireyi kendisiyle birlikte kokuşturuncaya dek... Biraz daha düşünelim... Bu tür bir sorun herhangi bir organın gündemine geldiğinde nasıl bir tutum takındığımızı anımsayalım: el ele tutuşmak ile öpüşmek ya da cinsel ilişkiye girmek arasında hep önemli farklar niçin koyarız... Düşünmüş ve kendini alıkoymuşsa, bir şekilde frenlemişse, frenlemedir hareket noktamız. Neden frenlediği ise genellikle atlanır. Biraz daha ileri gidelim: Bu gibi durumlar da çubuğu hangi yöne bükeriz... Kamuoyumuz soruna nasıl yaklaşır? İşte tam da burada, aynı zaafı göstermiş bir kadın ile erkeğe yaklaşımda ataerkil egemen değer yargılarının kuvvetli izlerini görürüz. Kadın ile erkek arasında ortaya çıkan yaklaşımdaki farklılıkların nedenini de bu noktada anlamlandırabiliriz.
Parti güçlerimizin davranış biçimlerine ilişkin örneklerimize devam edelim... Eşinden ayrılan bir kadın başka bir ilişkiye girdiğinde nasıl sorunlar yaşar, erkek ne yaşar? Eşini kaybeden bir kadın ile erkeğin, bir başkasını sevmesi, yeniden başlaması nasıl karşılanır? Bir kadın yoldaşın kendinden yaşça çok küçük bir erkekle ilişkiye girmesi nasıl tepkiler alır? Bir erkek aynı durumda olsa tepkiler ne kadar benzeri olur acaba? Bütün bu gibi durumlarda bireyler, organlar ya da kolektif kamuoyu, toplumda egemen yaklaşımlardan hangi düzeyde farklı bir yaklaşım sergilerler? Kısıtlı örneklerin bile rahatlıkla göstereceği gibi, aslında kendi elimizle bireyleri kapalı davranmaya itmiş oluyoruz. Her şey bir yana kolektifin kendisine şu soruyu yöneltip yanıtlaması gerekir: "Genel olarak bireyler örgütsel-politik sorunlarda kolektife karşı açık olmayı tercih ederken, cinsel hata ve zaaflar söz konusu olduğunda kapalı davranmayı tercih ediyorlarsa neden?" Bu soruya yanıt arayışımız, bu alanda kolektifin payına düşen eksiği/yanlışı açığa çıkarmamızı da sağlayacaktır.
Bu tür durumlarda kadın ile erkeğin yaklaşımlarında ortaya çıkan farklılığa bir kez daha dönmek yerinde olur. Böyle durumlarda; erkeklerin nispeten daha rahat olduğu gerçeğinin altında yatan olgu da, aslında, toplumdaki farkın kolektif saflardaki yansımasıdır. Ve hepimiz biliyoruz ki, gerek cinsel ilişkiye yaklaşım, gerekse de aşka ve sevgiye dair yaklaşımlarda, kadınlar hep zayıf kaldıkları gibi, sağlıksız ilişkilerin bedelini de asıl olarak onlar öderler. Bu hastalıklı durumun aşılması hem teori de, hem de pratikte eskiden daha radikal kopuşları gerektirir. Ayrıca bu sorunlarda gerek kadınların, gerekse de erkeklerin bir kavrayışa, anlayışa ihtiyacı olduğunu, bu eğitimin gerekliliğini kim inkar edebilir ki? Teorik olarak, ilişkilerde açıklık, aşka sevgiye dayalı beraberlikler ve yeni kolektifin insana dair vurguları eksiklerimize dair önemli şeyler söylemektedir. Ancak teoride ifade edilenlerin hangi düzeyde içselleştirildiği, bilince çıkarıldığı da tartışmaya değer bir durum. Hiç kuşku yok ki, geleceğin özgür ilişkisini bugünden yaşamak mümkün değildir. Ancak, geleceğin yeni insanlarının prototiplerini yaratma çabası bu alanda da kendini göstermeli ve egemen olmalıdır. Engels'in geleceğin ilişkisine yaklaşımı ve tanımlaması rehberimizdir. Kadrolarına uygun ortamı sağlayacak biricik güç ise bizzat kolektifin kendisidir.
"Öyleyse" diyor Engels, "süpürülmesi yakın görünen kapitalist üretimden sonra cinsel ilişkilerin düzenlenme biçimi üzerine bugünden düşünülebilecek şey, özellikle olumsuz bir nitelik taşır ve öz bakımından, ortadan kalkacak olanla yetinir. Ama bu işe hangi yeni öğeler katılacak? Bu, yeni bir kuşak yetişince belli olacak: yaşamlarında, bir kadını asla parayla ya da başka bir toplumsal güç aracıyla satın almamış olacak yeni bir erkekler kuşağı; kendini gerçek aşktan başka hiçbir nedenle bir erkeğe vermeyecek, ya da bunun iktisadi sonuçlarından korkarak kendini sevdiği kimseye vermekten vazgeçmeyecek olan yeni bir kadınlar kuşağı. İşte bu insanlar dünyaya geldiği zaman, bugün onların nasıl davranmaları gerektiği üzerine düşünülen şeylere hiç kulak asmayacaklar; kendi pratiklerini ve herkesin davranışını yargılayacakları kamuoyunu kendileri yaratacaklardır-bir nokta, işte bu kadar." (F.Engels, Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin kökeni, sf. 87)


__________
*"Kasırga Taburu'nun Eylemi ve Biz Komünist Kadınlar"* başlıklı yazı, PS'nin 49. sayısında yayınlandı.