EK 3: Parti Gerçeğimiz
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Özgürlük ve sosyalizm mücadelesinin önder partisini yaratma yolunda son bir buçuk iki yıllık sürede büyük başarılar elde ettik. Muazzam bir ilerleme sağladık. Gerçekleştirdiğimiz sıçrama ve atılım, geride kalan çeyrek yüzyıllık dönemde elde edilenleri aşar, bu denetlenebilir bir gelişmedir, partimizin gerçeğidir. Kuşkusuz bütün kazanımlarımız, gerçekleştirdiğimiz sıçrama, şimdi güven içinde aştığını söylediğimiz, bir-iki on yıllık deneyimler ve birikimler temelinde başarıldı. Onlar olmasa gerçekleştirilmesini hayal etmek dahi güç olurdu. Bu açık değil mi, çeyrek yüzyıllık deneyim ve birikimi olmasaydı, yaşamakta olduğumuz sıçrama ve atılım başarılabilir miydi? Fakat birlik öncesi geçmişin kendi tarihi içinde var olan özgün devrimci tarzını ve zihniyetini tekrar etmedik, tekrar etmeye çalışmadık. Nitelik bir sıçramaya kilitlendik; iddiamız, proleterya devriminin önderliğini yaratma yolunda hamleler yapıp, ileri sıçramak ve açacağımız yeni yoldan yürümekti. Kendi tarihsel varlık biçimimize müdahale ettik. Sergilenen, örneği az bulunur bir deneyimdi. Önderlik tarzımız ve anlayışımız çok sağlıklı ve muazzam bir devrimci dönüşüm ve gelişme çizgisine girdi. Teorik bilgiyi, yaratıp biriktirilmiş politik ve örgütsel deneyimleri inkar etmeksizin, kendi gerçeğimizi anlamaya ve aşmaya yöneldik. Teorinin ve uluslararası deneyimlerin ışığında, eleştirel aklın süzgecinden geçirerek ayıklayıp, arındırarak zenginleştirmeye yöneldiğimiz, öz deneyimlerimizin gösterdiği ilerleme yolunda derinleşmek gerektiğini kavradık.

Bugünkü düzeye hangi halkayı kavrayarak ulaştığımız gerçeğine dikkatle bakmalıyız. ‘89-'94 yılları arasında, bu dört-beş yıllık dönemde, üzerinde en çok yoğunlaştığımız, yükselen parti gerçeğini yaratan güçlerin en çok abandığı ve kendi yaşantıları içerisinde en büyük gerginlik nedeni ve konusu olan, komünistlerin birliği sorunu oldu. Yaşadığımız devasa yenilenme ve devrimci dönüşüm bu temelde gelişip olgunlaşmıştır. Bu anlaşılmaksızın parti gerçeğinin kavranması olanaksızdır. Eski örgüt formları böyle bir yenilenme ve devrimci atılım için dezavantaj yüklüydü. Tarihsel olarak şekillenmiş düşünce kalıpları ve zihniyet mutlaka aşılmalıydı. Örgütsel yapı ve ilişkilerde, küçümsenmesi olanaksız, deformasyon ve kireçlenmeler aşılmalıydı. Ama örgütlerin iç dinamizmi ve hamleleri buna yetmiyordu. Önderler ve militanları sınırlayan, daraltan eski grupsal tez ve önermelere saplantılı bağlılıktan kurtulmaksızın, hem içerisinde yetiştiğimiz ve bir ürünü olduğumuz örgütlerin hem de yakın dönemin devrimci hareketinin deneyimlerine yaklaşımda grupsal dar görüşlülüğün yarattığı sınırlılığın kırılması başarılamazdı. Bütün bunlar, devasa bir özgürleşmeyi dayatıyordu. Birlik mücadelesi ve birlik devrimi, bütün bu frenlerden, ayak bağlarından kurtuluşun, özgürleşme sürecinin anahtarı oldu. Kuşkusuz başlangıçta birliği mücadelenin ihtiyacı olarak, grupların birbirleri hakkındaki değerlendirmelerinin bir gereği olarak, devrimci aklın bir emri olarak vb. kavradık. Mücadele geliştikçe süreç ilerledikçe, zikzaklara karşın kavrayışımız derinleşti, zenginleşti. Birlik Kongresi'nden sonra birçok şey, sözcükler, kavramlar, öngörüler, beklentiler, tahminler olmaktan çıktı. Ete kemiğe büründü, canlı gerçekler haline geldi.

Yalçın dağların erişilmez doruklarından fışkıran billur pınarlar gibi duru, tertemiz, pırıl pırıl, lekesiz bir devrimcilik yaratma yolunda büyük adımlar attık. İsteyen, her renkten tasfiyecilerin ya da devrimci bakımdan ayakta duran ama saflarında korkunç bir devrimcililk erozyonu yaşayan örgütlerin gerçeğine bakarak, bunun "imkansızın başarılması"ndan başka bir şey olmadığını görebilir ya da daha iyi anlayabilir. Yukarıda dikkat çekilen özgürleşme olmaksızın başarılması tamamen olanaksız bir şeydi bu. Ama başardık.

Zikzaklara, gelgitlere karşın, söz konusu dört-beş yıllık dönemin genel bilançosunda, üzerine en fazla abandığımız sorunun komünistlerin örgütsel birliği uğruna yürütülen mücadele olduğu kanıtlarla doğrulamayı gerektirmeyen açık bir gerçektir. Komünistlerin örgütsel birliği uğruna mücadele halkasını kavramasak, bugünkü parti gerçeği var olamazdı. Bu mücadele, hem yapıcı, kurucu hem de yıkıcı unsurlar taşıyordu. Gruplar ve militanlar, kendi gerçekleriyle çarpıştılar. Bu bazen doğrudan bazen de dolaylı bir savaşımdı. Hem bir ayrışma, ayıklanma anlamında hem de daha önemlisi dönüşme, kendi kendimizi aşma anlamında (ana kitleyi kapsıyordu bu) devrimci bir yenilenmeydi. Yaşadığımız iç mücadele, özgürleşmenin temeli oldu. Özgürleşme, ayıklanma, ayrışmayla el ele gitti. Bir arınma, durulaşma yaşandı.

Sayısız küçük ya da büyük kopuşmalar, hatta bazen ilk anda hiç bilincinde bile olmadan yaşandı. Kopuşlar, sürecin temel bir özelliğidir. Örneğin, devrimci hareketin ‘70'lerde yaşadığı muazzam ve parlak devrimci çıkış ve onu izleyen yenilgiden sonra, devrimci hareketi habis bir tümör gibi saran, kuşatan devrimci kendiliğindencilik hastalığının, bu en temel zaafının aşılması bilinçli yönelimi, yeninin- yani partimizin kuruluşu ve yükselişinin, "eski"den çok temel bir kopuşu, bugünkü gerçeğimizi ve geleceğimizi ifade eder.

Devrimci iradeye haklı olarak çok fazla vurgu yapıyoruz. Bu tamamen doğrudur, partimizin ihmal edilemez bir gerçeği ve temel bir niteliğidir. Fakat yaşadığımız kopuşları bilince çıkarmada ve kopuşların önem ve gerekliliğine vurgu yapmada aynı duyarlılık gösterilemedi. Devrimci diyalektiğin kavranışında saflarımızda zaafların olduğu görüldü. Kimi kadrolar, ortaya çıkan yeni için -yeni bir nitelik olduğuna göre- artık kopuşların ve sıçramaların geçerli olmadığını sanıyordu. Bu tamamen yanlış ve geçersizdir.

Grupların gerçeğini aşmak, anlatımını gruplar gerçeğinde bulan zihniyet, yapı ve ilişki tarzından, yani eskiden kopmak için muazzam bir mücadele vermedik mi? Yaşanan gelgitler, gerginlikler, savrulmalar ne anlama gelir? Gruplar ilkin bir ideolojik dönüşüm yaşadılar. Birbirlerinin en temel gerçeğini anladılar. Karşılıklı olarak birbirlerini marksist leninist komünist değerlendirdiler. Bu bir düşünsel sıçrama olduğu kadar, eski görüş açısı ve düşünüş tarzından bir kopuştu da. Bunu yakınlaşmalar ve birlik yolunda harcanan çabalar izledi. Ama hemen grupsal zihniyetlerden kopulamadığı içindir ki, gruplar kendi kendilerini aşmada, tarihsel grupsal gelişme eğilimlerinden kopamadılar. Bu hiç değilse bir güvence olarak saklı tutuluyordu. Evet, ideolojik bir sıçrama olmuş, fakat eski zihniyet ve şekilleniş aşılmamıştı. Tarihten ve eski devrimci tarzın ürettiği zihniyetten kopulamıyordu. Birlik gerekliydi, ama pekala başarısız da olabilir, elimizdekini de kaybedebilirdik! Demek ki, çok ihtiyatlı ve tereddetlü yürüdük. Beş yılın az bir zaman olduğunu söyleyebilir miyiz? Şimdi, "ama değermiş" dememiz bu gerçeği değiştirmez.

Birçok kadronun zihniyeti değişmeye başladı. Farklı noktalardan başlayarak ilerlemiş olmaları veya olsalar bile farketmez. Aynı yere birçok değişik noktadan ve yoldan varılabilir. Her zaman tek bir yol yoktur. ‘93 Nisanı'nda birlik mücadelesini ve çalışmasını yönetebilecek düzeyde, onun belli başlı ya da temel konularını, yönlerini aydınlatan bir zihniyet değişiminin yaşandığını ve bunun kolektif bir platformun iradesi düzeyine yükseldiğini söyleyebiliriz. "İrade", "esneklik". "birleştiricilik", ileri atılma cesareti, grupların kendilerini aşma istek ve başarısı vb. işte yeni bir başlangıç! Küçük ya da büyük her yeni başlanıgıçta bir kopuşun, bir sıçramanın yaşandığı yadsınabilir mi?

Birlik Kongresi, bir dizi görünür görünmez "küçük" "küçük" kopuşların, sıçramaların, dönüşümlerin hazırlanıp mayalandığı, grupların tarihinden çok açık ve çok kesin bir kopuş, bir o kadar kesin ve muazzam bir sıçramadır. Sıçramayla gerçekleşen yeninin, sekiz-on aylık süreçte ete kemiğe bürünmesi bu gerçeği değiştirmez. Örgütlerin, partilerin tarihlerinde, böylesi kapsamlı kopuşlar, böylesine yüksek sıçramalara sık rastlanmaz. Doğrusu çok az rastlanan, özel bir durumdur bu. Bizde örgütlerin merkezi yapıları, yerleşik gelenekleri, nispeten uzun denebilecek tarihleri ve özgün tarihsel şekillenişleri, gruplar arası müthiş bir rekabet içinde oluşup, gelişen yapılarının belirlediği tarzın böyle bir sıçrama için gerekli devrimci güç ve enerji birikimini önlemiş olması, hareketlerin şekilleniş ve varlık süreçlerinin bir eseri olan süreğen irade zaafiyeti, özgün devrimci kendiliğindencilik, risk üstlenme ve ileri sıçrama geleneğinin zayıflığı, grup, önder ve yöneticilerin tarzının elverişsizliği gibi nedenlerle, kopuş ve sıçrama düşünülemeyecek kadar zor olmuştur. Fakat bu, elde edileni, başarılanı da bir o kadar değerli kılmıştır. Birlik Kongresi sonrasında kadroların ve sempatizan kitlesinin birliğe sıkı sıkıya sarılması, karşılaşılan bazı ciddi sorunlara karşın, birliğin, MLKP-K ve MLKP gerçeğinin hızla şekillenmesi de bunu gösterir veya bununla açıklanabilir.

Sıçrama ve kopuş mücadelesiz olmadı. Gruplar birliği istiyordu ama ciddi kararsızlıklar da taşıyorlardı. Kesin bir irade koyamıyorlardı. Her önemli (ve hatta birçok durumda önemsiz sorunda) duraksamaları, tereddüt geçirmeleri, kararsızlıklarının göstergesiydi. Gruplar içerisinde bazen hararetli, bazen için için ve dolaylı mücadeleler cereyan etti. Birlik mücadelesinde birlikten yana olsalar da, bu mücadelenin önderlik sorumluluğunu üstlenmek üzere birkaç adım öne çıkan, sürükleyici bir irade koyan çok sayıda kadro ileri fırlamadı, ileri fırlama cüreti gösteremedi. Örgütlerin kadro kitlesinin çoğunluğu esen havaya göre davranıyordu. Gizli birlik karşıtları vardı. Bunlar her kritik anda, şu veya bu biçimde engellemeye, savsaklamaya, zaman kazanmaya, gelişen iradeyi kırmaya vb. çalıştılar. Her düzeyde kararsız, sallanan birlik yandaşları vardı. Kopuşu ve sıçramayı göze alamayan kararsız birlik yandaşları, gizli ve yarı-açık birlik karşıtlarıyla, kararlı birlik yandaşları arasında ortacılık hattında durarak, birilerini ileri çekmeye, birilerini de geri çekmeye, frenlemeye çalışarak, uzlaşma, uzlaştırma arayışında oldular. Bu zaman zaman bir sağduyu unsuru olsa bile, birlik mücadelesini çürütücü etki de yapıyordu. Ama daima ortacılık etkisizleştirilerek, kararlı birlik mevzisine çekilmeye çalışılarak ileri yüründü. Kararsız birlik yandaşlarının sürüklendiği ortacılık, daima olduğu ve olacağı gibi, "iki ucun" ateşi altında kaldı. Bütün bunlara karşın, BODT ile yeniden başlayan birlik sürecinde, birlik iradesi güçlenmeye başlamış, Birlik Kongresi'ne giderken güçlü birlik iradesi oluşmuştu.

Zihniyet devrimi yolundaki savaşım esas olarak grupların içinde cereyan etti. Burada kavga her şeyden önce subjektivizme yönelmişti. Gruplar kendi içlerinde, karşı tarafın niyetleriyle çok uğraştılar. Her biri diğerinin niyetiyle epeyce ilgilendi. Sonuçta, karşılıklı güven yaratma çabalarının ve ‘93 Nisan'ında belirlenen planın uygulanmasında elle tutulur ilerlemelerin sağlanması vb. sürecinde, subjektivizm grupların kendi içerisinde aşıldı. Karşı tarafın hareket tarzı, yaklaşımı bunu kolaylaştırdı ya da zorlaştırdı. Gruplar içinde önemli ölçüde psikolojik boyutları da olan çok özel bir iç mücadele süreciydi bu ve bir ölçüde Birlik Kongresi'nin kendisine kadar sürdü.

Birlik Kongresi'nden hemen sonraki dönem, pratik olarak bir artı birden, bir elde etmeye tekabül eder. Birlik Kongresi, örgütsel birliğin teorik/düşünsel ve hukuki temelini atmış, örgütleri feshederek MLKP-K'nın kuruluşunu ilan edip, önderliğini seçmiştir. Fakat hala örgütsel birlik, hemen derhal gerçekleştirilmesi gereken esas görevdir. MLKP-K'nın kendini öncü parti/örgüt olarak ortaya koyması, var etmesi, ileri fırlaması kolay olmadı. Yeni ve farklı bir sınavdan geçti. Yeni bir MLKP-K olarak şekillenmeye başladı. Onu oluşturanların, var edenlerin bütün zenginliklerine hakim fakat onlardan farklı, yeni, şekillenmeye başladı. Öncelikle kendi saflarımızda olmak üzere, başarılı olduğumuz ve doğru yolda yürüdüğümüz bilinci ve güveni güç kazandı. Gelişimimize ve kazandığımız başarılara bağlı olarak, eleştiriciliğimiz gelişti, güvenimiz arttı. Hayal gücümüz ve ufkumuz genişlerken, gelişmemizin yönünü ve yasalarını kavrayışımız derinleşti, düşünsel sıçramalar yaşadık, gelişimimizin sorunlarını zamanında kavramayı ve çözmeyi başardık.

‘95 Mart-Mayıs dönemi, siyasal ve örgütsel bir sıçrayışa tekabül eder. Siyasal sıçrayışın beklenilenden daha hızlı gerçekleştiği bir gerçektir. Öncü parti, genel olarak kuvvetlerimizin örgütsel düzenlenişi ve siyasal savaşımda ileri sürülmesini kapsar. Siyasal sıçrayışın gerçekleştiği temel ve sürükleyici alan İstanbul'dur. Kuşkusuz parti bütün çalışma alanlarında kendisini ortaya koymaya çalışmıştır. Fakat İstanbul'un özel rolünü kabul etmeli ve vurgulamalıyız. ‘95 Mart-Mayıs döneminin nefes nefese geliştiren pratiğiyle başarılan siyasal sıçrama, öncü tarzımızın açığa çıkışını ve gruplar döneminin tarzından kopuşu başlatmıştır. Politik mücadelede cüretle ileri atılma, her çatışmayı büyütmek için kuvvetlerin hızla seferber edilmesi, devrimci şiddet ve barışçıl biçimler dahil değişik, olanaklı tüm araçların muharebenin aynı anında devreye sokulması, aynı süreçte kesişen birçok politik görevin birlikte yürütülmesi, düşmanın doğrudan doğruya partiye yönelen saldırılarının aktif bir karşı koyuşla önünün kesilmesi, kayıpların yerinin yeni güçlerle doldurulması vb. kamuoyu nezdinde olduğu kadar, kendi gerçekliği içerisinde de MLKP-K'yı, MLKP-K yapan '95 Mart-Mayıs döneminin örgütsel ve siyasal pratiğidir.

Bu dönemin kendine özgü örgütlenme ve kadro sorunları vardır. Burada üzerinde durulması gerekmeyen bu sorunlar, dikkate değer iç gerginlikler yaratmıştır. Bu sorunlar ve gerginlikler sürecin özgün niteliklerinden kaynaklanır. Sürecin doğasıyla, kadroların özellikleriyle, aşmakta zorlandıkları kişisel tarzları ve şekillenmeleriyle, kimi zaman da düpedüz zaaflarıyla vb. bağlıdır. Bunların dışında ve ek olarak, Mart-Mayıs politik pratiği, birçok görüngüsüyle, parti saflarında ve çeperinde bir ölçüde yadırganırken, devrimci kamuoyunda da dikkate değer bir şaşkınlıkla karşılanmıştır. (MLKP-K'nın politik tarzının ortaya çıkışının bu ilk döneminde kimi önemsiz "aşırılıklar" söz konusudur.) Bu dönemde öne çıkamaması ya da geri planda kalmasıyla, sağlanan politik sıçramaya uyum, onu anlayıp kavrama ve sürdürme zorlukları çıkmış, siyasal sıçramaya tüm örgütün uyum sağlamasına hizmet eden, bu iç mücadele, 1. (Parti ve Birlik) Konferansı'na ve hatta kısmen bir ölçüde sonrasına değin yaşanmıştır. Ama parti bugüne kadar, dostları ve düşmanlarında, hatta bir ölçüde kendi saflarında şaşkınlıklar yaratarak ilerlemiş ve gelişmiştir.

'95 1 Mayıs'ın çok net gösterdiği gibi, genelde kuvvetlerin örgütsel düzenlenişi, en ileri konumlarda mücadelede mevzilerine yerleştirilmesi başarılmış, Birlik Kongresi sürecinin doğal bir sonucu olan kendine dönüklük aşılmış, siyasi ve örgütsel olarak MLKP-K gerçeği belirginleştiği ölçüde, bir artı birden yeni ve elbette farklı bire geçiş süreci olgunlaşmaya başlamıştı. Sürecin tamamlanmasının gerektirdiği iradi müdahaleleri önderlik zamanında kavramıştır.

1. (Parti ve Birlik) Konferansı'na dair sorunların ele alınışı da aynı döneme denk gelir. Düşünsel ve pratik hazırlıklara yönelinilir. "Yeni dil" ve giderek "yeni tarz" vurgusu bu dönemde yapılır. Önderlik "yeni tarzı" tartışır, anlamaya, düşünsel olarak inşa etmeye çalışır. Bu dönemin birkaç özel ve önemli sorunu vardır.

İlki istifalar konusudur. Bu sorun örgütsel birliği sınavdan geçiren, test eden niteliğiyle önem taşır. Sorunun tarihi vardır, olgunlaştığı aşamada duraksamaksızın tavır alınmış, geriye dönük bir yaklaşım ortaya çıkmadığı gibi, örgütün içe dönmesi, kendi kendisiyle uğraşması gibi bir durum da söz konusu olmamıştır. Süregelen bir mücadele olgunlaştığı aşamada tamamlanmıştır. Fakat bu sorun bir başka bakımdan da önemlidir. Önderlik bu sorunu, geçiş sürecinin olgunlaştığının temel göstergesi kabul etmiş, bu açıdan diğer faktörleri de hesaba katarak buradan hareketle örgütsel düzenlemelerde ve özellikle bir alanda var olan sorunların üzerine gidilmesi ve iradi tarzda çözülmesi yönelimine girmiştir. Önderlik otoritesinin yerleştirilmesi bakımından daha iradi bir yaklaşımın içerisine girilmiş olmasına burada dikkat çekilmelidir.

İstifalar konusunda partinin bir kopuş yaşadığı herhalde açık ve anlaşılır bir gerçektir.

Yurtdışı örgütünün sorunlara gebe niteliği, önceki süreçlerin bıraktığı bir mirastır. Geçiş sürecinin olgunlaştığı tespiti ve bununla bağlı olarak, çifte kimlik taşımakta, örgütsel normları bozmakta ısrar edenlerin üzerine gidilmesi görevinin ortaya konması özellikle önemlidir. Bu soruna tekrar değinilecektir, fakat burada belirtilmelidir ki, iradi yönelim yalnızca eskinin mirası olan sorunları kesin biçimde çözmeye yönelmesi bakımından değil, fakat gruplar döneminin bir hastalığı olan örgütsel oportünizmden kopmaya yönelim bakımından da önemlidir. Örgütsel birlik, ikinci bir sınav ve testi daha yaşayacaktır.

MLKP-K'nın "K"sının kaldırılıp kaldırılmaması tartışması, öncü partiden önder partiye anlamını taşır. Böylece öncü partiden önder partiye geçiş sorunu tam zamanında ortaya konulmuştur. Birçok durumda ve hatta genel olarak, geride kalan sürecin kimi görev ve sorunları daima bugüne ve geleceğe sarkar, fakat geleceğin kimi çok önemli ve belirleyici sorunların, çözümü de gündeme girer. Kendi gerçekliğimizi; durağan hareketsiz, statik ve cansız değil, tam tersine canlı, dinamik, durmaksızın değişen, hareket halinde kavramalıydık ve kavradık. "Öncü partiden önder partiye" parolası bunu vurgular. O dönemden başlayarak, özellikle 1. (Parti ve Birlik) Konferansı'ndan sonra ve şimdi, partimizin gelişiminin bütün sorunlarına "öncü partiden önder partiye" ana noktasından, bu halkayı kavrayarak bakabiliriz ve bakmalıyız. Gelişen önder parti, bu en önemli, en temel gerçeğimiz ve yol göstericimizdir.

Öncü partiden önder partiye, hedefi ‘eylem sloganı' olarak tam zamanında ortaya kondu. Zira aksi taktirde bu sorun hiç değilse bir-iki yıl sürüncemede kalacaktı. "Kuruluş" ekinin kaldırılması ya da Parti ilanı, iç mücadelenin konusu oldu. Sorun, gelişen önderlik anlayışımızda, bunun aracı olan partiyle ilgiliydi. Özenle vurguladığımız ve geliştirdiğimiz, iradi yaklaşımın burada da uygulanması ve derinleştirilmesi tutarlılığı gösterilecek miydi? Geçmişle, grupsal koşullanmaların kalıntılarıyla atmamız gereken köprüler vardı. Hala, aştığımız eskiyle bir hesaplaşma sürüyordu. Partinin kuruluşunu bilinmez geleceğe erteleyen, kendiliğindenci, mükemmelliyetçi ve önemli ölçüde grupçu yaklaşımların düşünsel ve tabii ki pratik olarak da aşılması, öncünün kendi kendisiyle uğraşmasını/ boğuşmasını getiren ve kendine dönüklüğü koşullandıran bir ideolojik engelin aşılması ve yeni bir hamlenin başarılması gerekiyordu. Nispeten yaygın ama etkisiz bir dirençle karşılaşıldı, bir mücadele yaşandı.

Şunu söylemeliyiz, Mart-Mayıs döneminin parlak denilebilecek politik başarıları olmasaydı ve kendi gelişmemizin mantığını kavramayı başarmasaydık, burada yaşanan kopuş ve sıçramanın bu kadar kolay başarılması olanaklı olamazdı. Öncesiyle birlikte 1. (Parti ve Birlik) Konferansı, yalnızca bu yönüyle bir kopuş, ideolojik (parti/önderlik anlayışı) ve politik sıçrayışı kapsamaz. Başka kopuşlardan da söz etmeliyiz. TKP/ML-YİÖ'de örgütlü komünistler, kendi konferanslarının kararları temelinde ama aynı zamanda, dört-beş yıllık birlik mücadelesinin ve bunun bir ürünü olan MLKP-K gerçeğinin de etkisiyle, fakat esasen kendi iç gelişmeleri temelinde (ki onlarda bir iç mücadele yaşamışlardır) kendi tarihlerinden, onun koşullandırdığı özgün devrimcilik tarz ve zihniyetinden kopuşu ve ileri sıçrayışı başarmışlardır. Birlik, bu yoldaşlar bakımından da politik bir sıçramayı kapsar.

Birlik mücadelesine en büyük direncin gösterildiği alanda (yurtdışı), bu zemin üzerinde BK sonrası özel bir iç mücadele ve ayrışma öngörülmemiş, "gizli", "yarı-gizli" birlik düşmanlığının başını çekenlere dahi yeni dönemde kendilerini kazanma, kendi özel tarihlerinden kopma, dönüşme ve sıçrama şansı tanınmıştır. Bunun gerçekleşememesi, tamamen onların yaşadığı çürümenin daha da hızlı bir derinleşme sürecine girmesiyle; birliği hazmetmeye, sindirmeye yanaşmamaları ve daha da büyük bir direnç göstermeleri nedeniyle, geriye savrulup gericileşmeleri, devrimci görüş açılarını ve devrimci enerjilerini iyice tüketmeleriyle ilgilidir. Yaşadığımız kopuş ve sıçramalara az çok bilinçli ve iradi direniş onları geriye savurup gericileştirmiştir. Çok açıktır ki, bu gruplar döneminin bıraktığı bir mirastır. Bu kirlenme ve çürümenin çok iyi bilinen bir tarihi vardır. Esasen önceki süreçlerden köklenen birçok biçimde görülen iç ideolojik uzlaşıcılık hastalığının ve örgütsel oportünizmin bir ürünüdür. Birlik karşıtlığının zemininde duran da bu çürümedir.

Önderlik, durumun ve gelişme yönünün baştan itibaren farkındadır. Alana müdahalenin özel bazı zorlukları olduğu gibi, dönemden kaynaklanan özgül başka zorluklar da vardır. Çıkan kararsızlıklara karşın yine de çok önemli bazı müdahaleler yapılmıştır. Zaten süreci hızlandıran da bu müdahalelerdir. İlk sekiz aylık dönemin toplam verileri, çok daha keskin ve kararlı bir mücadeleyi acilleştirmiş ve önderliğin "parti normları katı şekilde uygulanacak, herkese bir şans tanıma, esnek ve toleranslı davranma süreci sona ermiştir, hiç kimsenin çifte kimlikli yaşamasına izin verilemeyeceği"ne ilişkin açıklamalarıyla, birlik ve parti aleyhtarlığına karşı ideolojik saldırı başlatılmıştır. Ya partiyle özdeşleşilecek ya da gitgide daha çok çürüyüp kokuşan ‘biçimsel birlik' karşısında parti gerekeni yapacaktır. Girilen yol budur ve bu, kopuşu öngörür. Saldırı için gerekli direktif verilir. Birliği ve partiyi sahiplenen güçlerin rotası gösterilir. Cerahate neşter atılır. Bu cephede gelişmeler hızlanır. Sorun 1. (Parti ve Birlik) Konferansı'nın gündeminde görüşülür. Parti, net ve kesin bir irade koyar. Çürümenin yaşandığı bu alanda büyük ölçüde biçimsel olan parti birliğini gerçekten devrimci bir birlik haline getiren gelişme yoluna girilir. Bu mücadele, öncesi hariç, 7-8 ayı kapsar. Yaşanan erozyon, çürüme bütün boyutlarıyla açığa çıkarılır; bu mücadele içinde partililer ve parti çeperi harekete geçirilir; gerçek bir birlik ve militan bir parti örgütü inşa edilir. Yürütülen kapsamlı ve enerjik mücadele, partinin yaşadığı zihniyet devrimini o alanda çiçeklendirir. O alanda partiyi parti yapan sürecin bir kopuşa, bir sıçramaya, bir zihniyet devrimine ve arınmaya dayandığı açık değil mi?

Önümüzdeki dönemde ideolojik, taktik sorunlar olduğu gibi, kadro ve örgüt sorunlarına da aynı noktada, öncü partiden önder partiye halkasını kavrayarak ele almalı ve bakmalıyız. Önder parti, bu partimizin olmuş bitmiş, tamamlanmış olduğu anlamına gelmiyor. Kaldı ki, gelecekte bütün varlığı boyunca da tamamlanmış olmayacak. Fakat burada sorun, partimizin belli başlı unsurlarıyla önderlik yeteneğinin inşası, geliştirilip belirginleştirilmesidir. Bu her şeyden önce partimizin politik mücadeledeki pozisyonu itibarıyla böyle olmak zorundadır. İşin merkezinde duran budur. Ama önder partinin belli başlı yetenek ve niteliklerinin belirginleşmesi açıktır ki, değişik yönleri, boyutları olan komple ve girift bir görevdir. Yönümüz belli, devrim yangınını büyütmeye, büyüyen devrim yangını içinde devrimin önderliğini örgütlemeye kilitlenmiş bulunuyoruz. Hedefimiz, işçi sınıfı ve emekçi milyonları politik iktidar savaşımında parti önderliği altında birleştirmektir. Partimiz, batıda devrimci gelişmenin merkezine doğru ilerliyor. Ufku muazzam genişledi. Elde ettiği hiçbir başarıyla kendini sınırlamıyor. İktidar savaşımında yeni mevziler, yeni hamleler, başarılar ve sıçramalar peşinde koşuyor. Artık onun tutulması kolay değil. İddia ve irade yoksunluğunun kendini gösteren her yansımasıyla duraksamadan kavgaya tutuşuyor. Parti ve önderlik gerçeğimiz belirginleşerek, şekilleniyor.

Önder parti, bu hem bütün teorik/düşünsel boyutlarıyla ve hem de devrimci eylemimizin/pratiğimizin sorunu olarak böyle. Diğer bir anlatımla, "önder parti" sorunu, bir bütün olarak partimizin kendini ortaya koyuş tarzı olarak somutlaşmak zorunda. Bu konunun, bütün kadro ve örgütler tarafından bilinçli bir biçimde kavranması ve incelenmesi gerekiyor. Teoriyi, uluslararası deneyimleri yardıma çağırmalı, gelişmemizin hizmetine sokmalıyız. Ama deneyimlerimizi incelemeyi de ihmal etmemeliyiz.

Parti; kolektif akıl, kolektif eylem ve irade tekliği demektir. Parti politikalarının ve parti iradesinin inşasına katılım süreklidir, bütün örgütlerin ve kadroların sorumluluk ve görevidir. BK, 1. (Parti ve Birlik) Konferansı, 1. (İşçi) Konferansı kolektivizmin, parti tarzımızın temeli olduğunu açıkça gösterir. Fakat şu da vurgulanmalıdır, herhangi bir düzey ve birimde doğacak, gelişecek ilgisizliği parti kabul edemez ve taşıyamaz. Aksi taktirde frenlere ve ayak bağlarına takılır. İlgisizliğin oluştuğu yerde durgunluk ve çürüme başlar. Parti, önce yerinde sayar, sonra geri düşer. Hiçbir ilerleme ve kazanım kesin bir güvence yaratmaz. Ne hamle ve ileri atılma ruhu ne de enerji ve irade kalır. En fazla, partinin gelişiminin yanında, arkasında sürüklenebilir, ama buradan da herhangi bir yere varılamaz.

Bireyin ve kolektifin en geniş özerkliği ve inisiyatifi gelişen parti tarzının bir öğesidir. Parti politikalarına bağlılık mutlak bir yasamızdır. Partiyi parti yapan temel bir nedendir bu. Partinin donuklaşmasını, canlılığını yitirmesini önleyen, kadroların ve parti kolektiflerinin özerklik, inisiyatif ve yaratıcılığıdır. Parti işleyiş ve yaşantısını düzenleyen denetim, eleştiri ve diğer yöntemler, inisiyatif ve yaratıcılığı besleyen önemli araçlardır. En geniş özerklik, kullanılmadığı alanlarda tehlike çanları çalıyor demektir. Orada kadro ve örgütlerin şekillenmesinde ciddi sorunlar vardır ve müdahale acil bir görevdir. Emir bekleyerek iş yapanlar, talimat gelmeden harekete geçmeyenler; memur ve asker zihniyetiyle hareket edenler, partiye yabancılaşmaktadır. Orada devrimci inisiyatif, enerji, irade yoksunluğu, risk üstlenme ve ileri atılma cüretinden mahrumiyet, kopma kararsızlığı, partiye ve öz gücüne güvensizlik aranmalıdır. Parti, ancak ve yalnızca, tepeden tırnağı bütün organları, bütün kadrolarıyla, önder parti gerçeğinin temel özelliklerini yakalayabilir.

Gruplar döneminin çok önemli temel bir sorunu da güçlü yerel örgütlerin, bunlara hakim ve yöneten gerçek yerel önderlik merkezlerinin yaratılmamış olmasıydı. Bu herşeyden önce politik, örgütsel güç ve kadro sorunuydu. Esasen bu hedef BK'den hemen sonra ortaya kondu. Geride kalan 1,5-2 yıllık dönemde önemli olanaklar ve ilerlemeler sağlandı. Henüz istisna bile olsa, gerçek bir politik ve örgütsel merkez gibi çalışan yerel önderliklerimiz ve tüm partiyi karekterize eden bir şey değil. O halde, başta yerel örgütlerin merkezi olmak üzere, yerel çalışmaların bütün bileşenlerini, bütün alan ve sektörlerde rota, önder partiye doğru birikimler sağlamak, bunlara dayanarak kopuşlar ve sıçramalar yaratmaktır. Bütün kadro ve örgütlerin önderlik iddiasına sahip olmasıdır. Fakat bu, partinin önderlik tarzını, önderlik gerçeğini kavrayışla da el ele gitmelidir. Bütün yerel örgütler ve kadrolar, kendi alanlarında soruyu şöyle sormak zorundadır; alanımızda önder parti gerçeğinin neresindeyiz, çok somut olarak rotamız, hedeflerimiz ne? Mevcut durumdan ileri nasıl sıçrarız? Kendi kadro ve örgüt gerçekliğimizde, düşünüş tarzı ve zihniyetimizde kopmamız gereken unsurlar var mı? Devrimci irademizi önder olma yolunda nasıl kullanacağız ve ileri götüreceğiz? Bütün taktik ve örgütlenme sorunlarına önder parti olmanın gereklerinden bakmayı öğreneceğiz vb. Partimizin kısa tarihi burada, küçük küçük de olsa kopuşların, sıçramaların yaşanacağını ve yaşanması gerektiğini gösteriyor. O halde daha bilinçli ve iradi tarzda ilerleyebiliriz ve ilerlemeliyiz. İster öznel nedenlerle, isterse nesnel bir olgu olarak çıksın, durumu idare etmek, kendimizi tekrar etmek en önemli tehlikedir. Gruplar dönemi zihniyetinin uzantıları ve kalıntıları var mı, parti politikalarını uygulama ve kendi alanlarında derinleştirmede inisiyatif, yaratıcılık, enerji ve iddia zayıflıkları var mı, özerklik pratik olarak anlamını buluyor mu, vb. sorular yerel örgütlerimizin durumunu anlamak, açıklamak ve önderlik tarzımızı geliştirmek bakımından özellikle önem taşır.

Partimizin siyasal analizlerinde vurgulandığı bir gerçeğe, burada muhakkak dikkat çekmeliyiz. ‘74-'80 döneminde, yükselen kendiliğinden hareketi, geniş ve yaygın bir kitlenin devrimci örgütlerin yöneldiğini ve o örgütlerin o hızla büyüyüp şiştiğini gördük. Oysa şimdi kendiliğinden hareketin yaşandığı önemli tırmanış trendlerinde bile, devrimci örgütlere kitlelerin kendiliğinden yönelmediğini görüyoruz. Buradan çok net bir sonuç çıkıyor, kendi yolumuzu kendimiz açmak. Sürecin özellikleri kavrandığında, görevler doğru konduğunda, kuvvet, irade ve cüretle ileri atılıp, ilerlendiğinde yol açılmış olacaktır. Dönem, artık durumu idare etmeye çalışanlara varlık hakkı tanımıyor. Yalnızca ileri sıçrama yetenek ve iradesini gösterenlere yaşama hakkı tanıyor.

Sıkı sıkıya kavranmakla yükümlü olduğumuz, "öncü partiden önder parti" olarak gelişimi aynı zamanda bir kadro sorunudur. Kuşkusuz partimizi kadrolar önder parti olarak yükseltmektedir. Fakat bu sorunun tersinden geçerli olduğu da kavranmalıdır. Yani parti, önder parti olarak gelişirken, her düzeyde ve alanda önder kadrolarını da şekillendirmektedir. Parti, önder parti düzeylerine sıçradığı ölçüde, bu sürecin doğası gereği, önder kadrolarını eğitiyor, hazırlıyor. Kuşkusuz bu komünist hareketin bütün tarihinin bir sorunu olarak kavranmalıdır; fakat şimdi sorun çok daha somut ve pratik biçimde karşımıza çıktığına göre, her düzeyde önder kadrolar yaratma sorununu tamamen bilinçli ve iradi tarzda ele almamız gerekir. O halde, kadrolarımız, yalnızca daha fazla görev ve sorumluluk üstlenmek, önder parti gerçekliğini geliştirmek üzere iki adım öne çıkmalı, kendilerini her düzeyde önderler olarak yetiştirmek için tamamen bilinçli ve sistematik bir çaba içinde olmalıdırlar. Parti, bu sorun üzerine düşünmeli, yeni bazı araçların ve yöntemlerin gerekebileceğini de hesaba katmalıdır.                       

Partinin Sesi Sayı: 7 /Mayıs 1996